Fotoğraf, fotoğrafçının seçimi doğrultusunda düşünsel bir rota üzerinde belirlenmiş bir estetik temel ile yol alacağını kesinleştirdikten, belge ile yollarını ayırıp reklam/propaganda ile hiçbir işi olmadığına dair sözünü verdikten sonra, sanat için açılmış özel kulvarda her türlü figürü yapma özgürlüğünü veri olarak üzerinde taşıyarak üretimini tamamlar. Bu yüzden konu ne olursa olsun, bütünün sanat bağlamında değerlendirilmesinde fotoğrafçının düşünsel inisiyatifi söz konusudur.
Sanat üzerine konuştuğumuzda, aslında söz konusu olan şey, sanatçının düşünceyi malzemesi üzerinden nasıl sanata çevirdiğidir. Bunu yaparken sanat tarihinden günümüz sanatına, o malzemenin önceki kullanım biçimlerinden sonuç uygulamadaki güncel verilere kadar bir bütünlüğü görmek olasıdır. Sanat yapıtının oluşumu, her ne kadar, ortamın sanatçıyı tetiklemesiyle oluşuyor gibi gözükse de, aslında hazır kuvvet gibi bekleyen duyarlılığın, çoğu kez geçmişimize endeksli bilinçaltının fay hareketlerinden kaynaklandığı ispatlanmıştır.
Her sanat dalı, çıkışına öncülük eden nitelikli işlerin, günümüzdeki yorumlarıyla gerçek değerlerini bulmuştur. Bunun kabulü içinse en az iki kuşak beklemek zorunda kalınmıştır. Anlamak zaman ister. Okuduğumuz her kitabın, izlediğimiz her filmin, baktığımız her fotoğrafın bize görünen bir eşiği vardır. Bu eşikten içeri girer ve yapıtın gizli odalarında dolaşırız. Bazen kapak ya da bir afiş içeriyi tamamen anlatmayabilir. Ya da başarılı bir tasarımla yapıta ait birçok özellik o karanlık dehlizlere girmeden önce, bize yolumuzu gösterecek bir el feneri gibi hazır beklemektedir.
Özellikle 20. yüzyılın başından itibaren bilim ve teknolojiye bağlı olarak gerçekleşen değişimler, doğal çevrenin biçimlenmesinde etkili olmuşlardır. İnsanın endüstri aracılığıyla yeryüzü üzerinde yarattığı değişim, uzun vadede çevresine yaptığı olumsuz etkileri ve verdiği zararları da yanında getirmiştir. Bu isteksiz kucaklaşma, aslında sanat yapıtlarının oluşumu için bir platform görevi görür.
Geçmiş ile gelecek, geçiş anlarında nesnelerin tuhaf bir biçimde bir araya gelip özel bir enerji alanı yaratmalarıyla yeniden dikkat çekerler. Bu alanlar, yaratıcılığın görünmez sepetiyle gezinen sanatçılar için gerçek birer madendir. Fotoğraf, diğer sanatlara göre, anlar üzerinden ilişkilendirilmesi nedeniyle av metaforuyla daha fazla ilintilidir. Özellikle fotoğrafın görsellik tanımlamalarına uyan bu enerji alanı, fotografik düzlemde yeniden üretilerek başka bir kategori üzerinden varlığını sürdürür.
Belki de bir ütopya
Geçtiğimiz günlerde bir kitabevinde gördüğüm beyaz ciltli büyük boyutlu bir kitap, yukarıdaki düşüncelerimi haklı kılarcasına saniyeler içinde beni etkisi altına aldı. Sayfalarını açtım, bildiğimiz bir dünya, parça parça, her türlü yaşanmışlığı ve yıpranmışlığıyla odaklandığı alanı mavi-yeşilin çekinik tonlarında gösteren monokrom bir tülün ardında duruyordu. Tarifleri arasında zamanı durdurduğu söylenen fotoğraf, bu kez de durmuş zamanı, yaşanmışlığın izleri üzerinden bizlere taşıyordu.
Bir “Prolog”, bir “Epilog” ve 12 bölümden oluşan Chaosmos isimli kitap, Emin Altan’ın fotoğraflarından oluşmaktaydı. Editoryal konseptini ve tasarımını grafik sanatımızın yetkin ustası Bülent Erkmen’in yaptığı bu kitap, kapağından sayfa düzenine kadar çarpıcı bir etkiye sahipti. Kitabı gördüğüm andan edininceye kadar en soyut haliyle aklımda tutmaya çalıştığım fotoğraflar, zaten bilinçaltımda farklı bir katman oluşturmuştu. Artık, kitabın sayfalarını açmaya ve geçmiş zamanın anılarıyla yüzleşmeye hazırdım.
Baktığım fotoğraflarda alt üst olmuş bir dünya sakince önümde uzanmaktaydı. Tıpkı kübist bir resim ya da bir filigran baskıda olduğu gibi, sanki birden fazla zaman iç içe geçmişti. Merdivenler, heykeller, pencereler, derslikler, yarım kalmış inşaatlar, duvar resimleri, dökülmüş boyalar, terk edilmiş koğuşlar, asfaltı delen dev bitkiler, ölü hayvanlar, oyuncaklar, küf, pas ve katmanlara dönüşmüş toz… Geride kalanların bıraktığı her nesne, zamanın mezarından kayıp ruhlar olarak çıkarılmayı bekliyor gibiydi.
Emin Altan 25 ülkede, 50 farklı noktada 2012-2017 yılları arasında yapmış olduğu -rotası, konusu ve amacı belli- yolculuklarda, doğanın karşısına dikilen kuvvetlerin, kendi endüstri devrimlerini yaşadıktan sonra, genel akış ya da doğanın verdiği yanıtla kendine ait toprakları nasıl yeniden geriye aldığını fotoğraflamış.
Sonsuzluk ve evrenin ömrü
Güzel bir konser çıkışında eve gidip gitar çalmak ister insan, iyi bir kitap okuduğunda yazma cesareti gelir kişiye, çarpıcı fotoğraflardan oluşan bir fotoğraf kitabı görünce de, gidip bir proje yapmak ister fotoğrafçı. Chaosmos kitabının bende yaptığı etki, tam da böyle oldu. Makinemi hemen omuzuma asmak, başımın üstünde dolaşan projelere gövde vermek istedim.
Hepimiz, denizlerin biteceğini, besinlerin tükeneceğini, şu an adı bile bilinmeyen yeni hastalıkların hayatımızı başka bir biçimde sonlandıracağını zaten biliyoruz. Çünkü her şeyin bir ömrü, bir son kullanma tarihi vardır. Umut da, sevgi de tıpkı kötülük gibi bir gendir ve herkeste bulunmaz. Kısıtlı bilgileriyle, dar görüşleriyle, insanlığın refahını bahane ederek dünyayı ters yönde, tıpkı bir distopya olarak değiştiren insanlara yapılacak hiçbir şey olmadığını biliyoruz.
21. yüzyılda yazgının da tanımı değişmiş, insanlar evrenin kurallarıyla köşe kapmaca oynamayı bir maharet saymaya başlamışlardır. Evreni biz yaratmadık, bizden önce oluşmuştu, bizden sonra da yaşayacak. Pisagor’un kendi dahil her şeyin ölecek olduğunu bilmesi gibi, bizler de fani ile baki arasında kalan o ince sınırı felsefeyle, sanatla, edebiyatla, yeniden ele alıyor, olanları anlamak için zaman kazanıyoruz. Yine de en kuvvetli gerçekliğin, zamanın durdurulamaz olmasında yattığını biliyoruz.
Değişim yaşamın özüdür ve biz ne yaparsak yapalım, olumlu ya da olumsuz yönde mutlak olmayan her şey değişecektir. Evren, öcünü depremlerle, tsunamilerle, bir kötü yalvaç gibi gönderdiği açlık, kıtlık ve hastalıklarla zaten almakta. Bizim çıkaracağımız ders ise, kalan günlerimizde şartların izin verdiği sürece, biz insanlara ait olan uygarlık ölçütleriyle yaşamak.
Kendi yazgımızı yaratamasak da, başkalarının yazgılarına eklenip yola devam ediyoruz. Ama yine de tesellimiz ontolojik bağlamda şeçemeyeceğimiz şeylerle uğraşmak değil, değiştirebileceklerimiz üzerinde yoğunlaşmaktır. Emin Altan’ın bu büyülü estetik arkasına gizlediği şey, aslında içinden dersler çıkarılması gereken insanlığın yakın tarihidir. Sanat, bir yönüyle de haksızlıklara karşı duruşun, olumsuzluklara akılcıl yorumlar getirmenin, insanlığa mesajlar vermenin en etkin ve estetik yoludur. Emin Altan’ı bu başarılı işi için yürekten kutluyoruz.
Görseller: Chaosmos'tan
Yeni yorum gönder