Bir şeyin anlaşılır olması için, okunup yazılabilmesi gerekir. Bilginin iletimi için her şeyden önce, tıpkı okullar gibi yapısı önceden oluşturulmuş ortak bir anla(ş)ma zeminine gereksinim var. Düşünce, tıpkı insanlık ailesinin çevresinde buluştuğu büyük bir masaya benzer. Bu seçilmiş alan, binlerce yıllık bir düşünce geleneğine sahip evreni ayakta tutan ilahi bir güce sahiptir.
Düşünceyi, ister beynin çalışması ile ilgili fiziksel bir yapı, ister psikolojik bir süreç, ister metafizik bir olgu olarak kabullenelim; evren, kendi gerçekliği dışında, -sezgilerimiz eşliğinde- zihinlerimizde de tasarım olarak farklı bir biçimde var olmaktadır. Sonuçta, insanda bir çeşit “aura”ya karşılık gelen bu zihinsel oluşum, yaşam içinde karşı karşıya geldiğimiz kişilerle olan iletişimimizde, psikolojik ve sosyolojik bir kod görevini üstlenir.
Düşünce unutulur, yazı ise hep kalır. Belleğin unutuşuna karşı en güçlü silah, yazmaktır. Yazı kültürü gelişmiş toplumlar, kültür ve sanatın envanterini tutarlar. Sözle ilerleyen toplumlarda ise, tıpkı kulaktan kulağa oyununda olduğu gibi, her kuşakta değişen bir söylenler zinciri oluşur. Böylece, aklın sınırlarının dışında, daha çok zihnin kör yanıyla bağıntılı olarak ve bu aşamadan sonra psikolojinin önermeleri ile ilerleyen bir bellek yapısı toplumun düşünme biçimine hâkim olur.
Düşünce dile getirildikten sonra kaydedilmez ve sistematik bir arşivi oluşturulmaz ise, ancak geriye dönük olarak bir arkeolojik araştırma ile ortaya çıkarılabilir. Bu, tarihi anlamak için mantıklı bir yol, ama günü doğru değerlendirebilmek adına geç kalmış bir çabadır. Oysa felsefe, estetik ile birlikte -bir düşünce sistemi dahilinde ve üstelik hiç kayba uğramadan- sanatın ortak bir zeminde belirli bir yöntem ile kavranmasını sağlayacaktır. İster yaygın kanının lehine, isterse aleyhine geliştirilsin, sanat yapıtlarının tümü sanat tarihinin ortak yörüngesinde devinimlerini sürdürürler.
Eğitimin olabilmesi için, öğretilerin ve iletilecek bilginin varlığı önkoşuldur. İnsanlar okur, çevresini gözlemler, düşünür, deneyimler, ispat eder, bulur ve bunları diğer insanlarla paylaşmak ister. Felsefe bir düşünce yöntemidir ve yaşamın içinde, sanıldığından daha fazla kullanılır. Düşünme de tıpkı sanat gibi insanlar üzerinde sağaltıcı bir etki yapar. Evrene şöyle bir göz attığımızda, paylaştıkça büyüyen tek şeyin düşünce olduğunu görürüz.
Sanatın en genç kollarından biri olan fotoğraf, önce bilimsel bir icat, sonra hafızanın yerini alan bir belgeleme yöntemi, daha sonra da son iki yüzyılın en çok ilgi çeken sanatı olarak kendisine çok sağlam bir yer edindi. Özellikle son elli yıllık süreçte, fotoğrafın kendisine ait malzemesinin ve kurallarının yanında, teknolojik gelişmeler göz ardı edilmeden, felsefesi ve estetiği de konuşulup tartışılıyor.
Yeni bir felsefeye doğru
Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de fotoğraf üzerine yazılmış özgün ya da çeviri kuramsal kitaplar giderek önem kazanıyor. Fotoğrafın artık yalnızca fotoğraf çekmek ve onlarak bakmak olmadığı bir çağda yaşıyoruz. Kaydedilen her görüntünün kendine ait özelliklerinin kavranması ve fotoğrafa ait çoğul katmanların analizinin yapılması için kuramsal bilgilere eskisinden daha çok gereksinim duyuluyor. Yapılan fotoğraf okumalarıyla, dünyada daha önce çekilmiş fotoğraflar üzerinden sanatın görsel tarihine kalıcı notlar bırakılıyor.
Geçtiğimiz günlerde yayımlanan Fotoğraf Felsefesi isimli kitap, uluslararası arenada fotoğraf üzerine kalem oynatan yazarların, farklı önermelerini içeren kuramsal yazılarının toplamından oluşuyor.
Herkesin fotoğraf çektiği, mobil cihazların fotoğraf çekme özellikleriyle hareketlenen fotoğrafçılığın dijital nimetlerle taçlandırıldığı bu altın çağda, Fotoğraf Felsefesi gibi bir kitap önemli bir kaynak oluşturarak, fotoğrafın düşünsel kısmı ile ilgilenen okuyucuları mutlu ediyor. (Diğer bir deyişle de Espas Yayınları, fotoğraf küllyatımıza önemli yeni kitaplar armağan etmeyi sürdürüyor.)
Kitapta birbirlerini destekleyen ya da karşı olan birçok farklı bakış ve görüşün yan yana birbirlerini ne kadar güzel tamamladığını bir kez daha görüyoruz. Kitabın zihni uyardığı, yeni algı kapılarını araladığı, eski görüşlere yeni yorumlar getirdiği ve ufkumuzu açtığı kesin. Walden bu kitap için özenle toplayıp, bir araya getirdiği yazılarla fotoğraf üzerine yeniden bir inşa çalışması gerçekleştiriyor. Seçtiği yazarların yaklaşımları aracılığıyla, çekilip görevi bitmiş sayılan fotoğrafların ardında yatan ölü-doğayı ve ancak belirli bir düşünce dizgesiyle görünür olan anlamı yeniden okumamızı sağlıyor.
Kitabın ilerleyen sayfalarında, negatif-pozitif döneminden sonra dijital yöntemlerin getirdiği yeni biçim ve anlatım yöntemleri, iktisadi ve sosyo-politik değişimlerin görsellik üzerindeki etkileri, resim ile fotoğrafın karşılaştırılmasıyla mekanik sürecin görünürlük bağlamında şeffaflık ve opaklık karşılaştırmaları, fotoğrafın dini ikonalarla olan benzerliği, optik aletlere çıplak görme arasındaki farklılıklara dikkat çekiliyor.
Bunlarla birlikte, fotoğrafın bilgi kaynağı olarak belgesel bağlamdaki işlevi ve şüpheli nesnelliği, güzel sanatların bir dalı olarak fotoğrafın estetik bakışla bir sanat eseri olarak değerlendirilmesi, portre fotoğrafında makine/model/fotoğrafçı üçgeninin poz üzerinden oluşması, sanatsal yaratının oranları, sokak fotoğrafında durağan ve hareketli objelerin sezgisel yöntemlerde anlar üzerinden fotoğrafları oluşturması, bize görünen, gerçekte olan ve fotoğrafta sabitlenen dünyaların arasındaki belirsiz alan, özellikle de söz konusu insan olduğunda fotoğrafın etik zemini ile ilgili düşünceler, farklı makalelerde özgün bakış açılarıyla konu ediliyor.
Evet, fotoğraf okunur, analiz edilir ve sözlerin gücüyle görüntülerin betimlenmesi sonucunda yeniden anlam kazanır. Fotoğrafın en özgün yanı, her türlü biricikliğine rağmen, zamandan koparılma biçimine bağlı olarak yeni düşünsel bağlamları üzerinde taşıyor olmasıdır. Erken dönemden Walter Benjamin’i, daha sonra da fotoğraflara nasıl bakacağımızı, teori üzerinden insanlığa kült kitaplar kazandırarak bizlere yeniden öneren, 20. yüzyıla isimlerini altın harflerle yazdıran John Berger, Susan Sontag ve Roland Barthes’ı da burada bir kez daha minnetle anmamız gerekiyor. Daha sonra, bu önemli isimlerin ardından gelen birçok yazar ve kuramcı da, yazdıkları denemeler üzerinden paylaştıkları görüşleri aracılığıyla, fotoğraflar üzerinden dünyayı anlamak isteyen insanlara yepyeni yollar gösterdiler. Fotoğraf, bugün onların sayesinde belirli bir yöntem üzerinden konuşulur, tartışılır oldu.
Scott Walden, usta bir şef edasıyla, Fotoğraf Felsefesi kitabında adeta fotoğraf için yazılmış bir senfoniyi, bizler için ustalıkla yorumluyor. Bugüne kadar fotoğraf konusunda ülkemizde yayımlanmış en iyi kitaplardan biri diyebiliriz. Her fotoğrafçının, sanat felsefesine ilgi duyanların ve fotoğrafın kuramıyla ilgilenen okuyucuların edinmesi gereken çok özel bir kitap.
Görsel: Muhammed Ali Üzen
Yeni yorum gönder