İnternet çağıyla serpilen neslin, entelektüel hiyerarşi hususunda nasıl bir etki yaratacağı bugünün en lezzetli tartışma konularından. Kimileri daha çok bilgiye erişim sağlamanın okur-yazar, düşünür-takipçi ilişkisindeki dikey yapılanmanın kökünü kazıyacağını söylüyor, bir kısım ise internetin gereksiz bir bolluk sunarak kirliliğe ve kafa karışıklığına yol açıp açmadığını tartışıyor. Aslında bu merak bir yandan da şöyle bir soruya işaret etmekte: İnternetin getirdiği özgürlük yüce olanı daha da yüceltecek mi, yoksa internetle büyüyen yeni nesil artık geçmiş dünya düzeninde yüceleştirileni güçsüzleştirecek yeni mekanizmalarla mı karşı karşıya olacak? Düşünsel hiyerarşi yerini daha demokratik bir düzene bırakacak ve böylece idolleştirilen, dokunulmaz kılınan çok sayıda kalenin yıkılışına mı şahit olacak bu yeni nesil?
Herhalde bu kaleler yıkılacak olsa -pek çok yapıt veya akımla başlanabileceği gibi- önce Beat'ten ya da daha dar konuşursak Uluma'dan başlanabilirdi. Allen Ginsberg'in tutkulara ve doğaçlamaya işaret eden ve 50'li yılların Amerikan değerlerini yeren kült şiiri Uluma, öyle ya da böyle, dokunulmazlık statüsünü yıllardır koruyor çünkü. Okurun Uluma ile kuracağı ilişki pek tabii son derece paralel ve kalbi, ancak -Uluma'ya ve Uluma gibi gerek Beat Kuşağı'na ait olan, gerekse olmayan pek çok kitaba, şiire, yazara atfedilen- kültürel roller zaman geliyor kitabın ölçeğinden başka bir düzlemde, başka birimlerle değerlendiriliyor. Marilyn Monroe'nun “dünyanın en güzel kadını” olarak kabul edilmesi gibi bir durum bu. Bu sıfatın ona verilmesi, Monroe'nun güzelliğinden bambaşka bir durum.
Uluma'ya alternatif kapaklar
Uluma bir kitap; karşı çıkışı, deneyselliği dert edinen bir şiir ya da uzay boşluğunda birtakım kelimeler yığını. Ya da, Galeri 44A'daki “Uluma” sergisinde gördüğümüz haliyle, bir kale. Sergide çok sayıda sanatçı Uluma'ya alternatif kapaklar üretiyor, bunları da mini enstalasyonlar halinde sunuyor. Türkiye'de Beat kuşağı denince akla gelen ilk oluşumlardan biri olan 6:45 Yayınları'nın 25. yılı kutlamasının bir parçası olarak kurgulanan ve Periferi Kolektif’in koordinasyonunu üstlendiği sergide 27 sanatçının işleri yer alıyor. Her sanatçı Uluma'yı farklı tekniklerle, ama benzer bir hayranlık bakışıyla ele almış. Ancak sanatçıların yaklaşımında kurulabilecek bu paralellik Uluma'yı ne tekrar ele alıyor, ne bugüne taşıyor, ne de Uluma'ya ve Uluma'nın önemsediği meselelere, kavramlara bakışımızda köklü bir değişikliğe sebep verecek bir perspektif sunuyor. Ne ki, sanatçılar daha çok Ginsberg'in, Uluma'nın ve hatta Beat'in kendilerinde bıraktığı izleri ve hisleri forma dökmüşler. Bu anlamda sergiyi toplu bir hislenme hali olarak görebiliriz. Ancak çoğu internet çağında boy atan bu genç insanların işe algıyı zorlayan hünerlerini katmaması insanın aklına ister istemez bu yüceleştirme ve dikey entelektüelizm meselelerini getiriyor; görünen o ki, olanaklar sadece ihtiyaç duyanların kapısını çalacak. 19 Ekim'e kadar Galeri 44A'ya uğrarsanız, kocaman bir büstün altında sıraya dizilmiş hissi veren 27 sanatçı Beat'e ve Uluma'ya olan hislerinizi depreştirecektir, ancak “Uluma” sergisi size bir akıl manevrası sunmuyor - ve zaten vaat etmiyor da. (Aslında bazı olanaklar hep vardı, öyle değil mi?)
* Görsel: Elif Yıldız
Yeni yorum gönder