Pencereden, Güray Süngü’nün yayımlanmış ilk romanı fakat yazdığı ilk roman hangisidir diye sorsak Dördüncü Tekil Şahıs cevabını alırız. O bu yazının konusu değil dersek hata ederiz çünkü yazarın kurmaca evreninde her metin birbiriyle sıkı ilişki içerisinde; benzer temalar, ortak dil ve hassasiyetlerle birlikte örülü. Bu örgüde yani bu metinler arası yolculukta ipler öyle sağlam ki biri diğerinin konusu, sebebi, devamı ya da küçük bir parçası olabiliyor, ama her biri kendi deseni ve rengini muhafaza ediyor. Bir gün Mehmet’i Sakatlayan Serçe Parmağı diye vücut bulacak o ilk yara, Pencereden’in Ayhan’ı için çok önceden “yaşamın sakatlanan serçe parmağı” olarak karşımıza çıkabiliyor mesela. Yaşamın sakatladığı bir serçe parmak Ayhan. Zarif, narin, yaralandığında kendi içine düşecek kadar da derin. Bu düşüşten sonra “Gözlerimi açtığımda dünya aynı dünyaydı ama hayat aynı hayat değildi. Değişmişti. Çok değerli bir şeye sahiptim artık” diyor karakter, yani hayata. Ona tutunmaya çalışan Ayhan’ın yaşadıkları anlatılıyor romanda. Yaşayamadıkları mı demeliydim çünkü “hayat yaşayamadıklarındır” diyor yazar, bir başka kitabında.
Yaşayamasa da çaba gösteren, kendi deyimiyle intihar etmeyi bile beceremeyen Ayhan, Süngü’nün neredeyse her kitabına sirayet eden “yaşama uğraşı”nın, “dünya ağrısı”nın karakterize olmuş hâli. Zengin bir ailenin tek çocuğu. Büyük bir evde, kendisiyle pek de yakınlık kuramadığı babası ve hayatını kocasıyla oğluna adayan bir annenin ellerinde büyümüş. İçe kapanık bir çocuk olduğundan pencerelerini içindeki dünyaya açar, orada kendisiyle konuşur. Kendi kendine konuşana deli demezler Süngü’ye göre, bu laf, kendi lisanını bilmediği için kendi kendine konuşamayanların uydurmasıdır. Ayhan da dışarıdan bakanlar için bu tarz uydurmalara maruz kalacaktır. Hayatının bütün aşamalarında yanında taşıdığı özellikleriyle; sözgelimi nahifliği, zarifliği, nezaketi, sessizliği ve yalnızlığıyla diğerlerinden ayrılacak ama diğerlerince de “tuhaf” karşılanacaktır, fakat bu vasıflar aslında onu güzelleştiren, ay gibi parlatan, Ayhan’laştıran şeylerdir. İncedir çünkü ona göre “hayat incelik gerektirir”. İşte bu yüzden, kendi kemiklerinden başka hiç kimseyi kıramayan bir karakterin romanıdır Pencereden.
Bir tip değil, karakter oluşturmak için onu diğerlerinden ayıran özellikler fazlasıyla vardır Ayhan’da. İntihara meyilli, aynı zamanda takıntılıdır. Bazılarının hayata tutunmak için yapabildiği tek şey ölümü düşlemektir. Öyle yapar Ayhan. Dünyaya yeniden fırlatılmışlığı ve ur gibi büyüyen yalnızlığı ama “tercih edilmiş” yalnızlığıyla, toplumun dışında ama kendinin içinde kalmakta, penceresini sadece istediği zamanlarda dünyaya açmaktadır. O da çığlığını duyurabilmek içindir. Çünkü o bir kısık sestir artık, silinmiştir, yabancıdır. Ama Ayhan’a göre de dışarıdakiler yabancıdır.
PENCERE BİR METAFOR
Düş Kesiği’nde kurgu, Mehmet’i Sakatlayan Serçe Parmağı ve Dördüncü Tekil Şahıs’ta olay öncelenirken Pencereden’de kişilik özellikleri, ailesi ve çevresiyle yoğrulmuş “karakter” merkezdedir. Yazarın son romanlarında bu durum kendini tek bir ögenin değil kurgu, olay, karakter ve dili aynı anda yükselişiyle gösterir deyip Pencereden’e dönelim. Pencereden’e dönmek için pencerelere bakmak gerekir çünkü bu, sıradan bir pencere değil, bir metafordur. İçeri ve dışarıyı birbirinden ayıran şerittir, belki dünya ve insan arasında bir geçittir, köprüdür, bağdır. Belki uçurumdur, araftır. Eşiktir belki de. Bir tarafı diğerinden ayırır ama insan hangi tarafta kalandır? Zamanı, öncesi ve sonrası diye ayıran o andır. Zaman pencerede öylece durmaktadır. Umuttur belki, karanlıkta kalmış biri için başka ne olabilir ki? Çok şey söylenebilir pencereye dair ama bu romanda en çok da ölüm ve hayat arasındaki ince çizgidir. İntihar etmek için pencereyi seçen birine göğe çakılmanın ve yere yükselmenin adresidir pencere. Karakter bilir ki oradan bakarken dışarısı çok yakın ama dünya çok uzaktır: “Ben sadece pencereden dışarıya bakarken öyle bakmayı becerebiliyorum çünkü çok baktım pencereden, dönerler belki diye.” Atlayamıyorsan pencere önünde durur ve yaşarsın. Pencere önüne düşen en güzel fiilin beklemek olduğunu bilerek. Bu yüzden çok bekler Ayhan. Onun hayatında her şey olağan ve sıradanken… Bir şey olmasını bekler. Olsun ve değişsin her şey. Özlediği bir şey vardır ama bu aşka benzer bir şeyler hissettiği Özlem’e değil, aşkın kendisine duyulan bir özlemdir. Ötelerden gelen ve her şeyi değiştirecek olan bir hayaldir, belki yoktur. Zaten yok olduğu için güzeldir. Gerçek olsa ve gelse, Ayhan kapılarını açacak mıdır ona? Zannetmem. Yine bakacaktır, pencereden çünkü aşk, onun yıllarca “üzerine titrediği yalnızlığı”nı öldürecek olan bir şeydir. Onun kendini korumak için ördüğü duvarı yıkacak, benlik çemberi kıracaktır. Dolayısıyla Ayhan, sıradan bir insan olan Özlem’e değil aşkın kendisine özlem duymaktadır. Hayatı, kişiliği, yalnızlığı ve kurulu düzeni bozulmadan sevilmek ister. Sevgi görmek, sevilmeyi beklemek onun roman boyunca attığı en büyük çığlıktır aslında ama bu sesi Özlem de duymaz çünkü onunla yaşadıklarında eksik ve ters giden bir şeyler vardır. Ayhan’ın sosyal hayatı yokken Özlem’inki dolu doludur. Ayhan insanlarla iletişim kuramazken Özlem oldukça girişkendir. Aralarındaki bu zıtlığı en iyi Özlem özetler: “Sende olmayan her şey bende, bende olmayan her şey sende mevcut.”
Romanda karakteri destekleyen diğer önemli ögeler dil ve anlatımdır. Yoksa anlatıcı mı demeliyiz? Anlatıcının dil ve anlatımla bütünleşerek metnin dokusuna yayılması mı demeliyiz? Süngü’nün neredeyse her romanında karşımıza çıkan dilsel teknikler, özgün anlatım ve dolayısıyla üslup, ilk roman olmasına rağmen kendini burada da belli eder ve şöyle olur: Anlatıcı ile karakterin iç diyalogu iç monoloğa evrilir. Anlatıcı, hikâyeyi dışarıdan anlatırken birden durup karaktere sorular sorar ve onu mevzunun içine çeker. Top karaktere geçer ve ikisi paslaşırlar bir müddet. Hareketi sağlayan esas unsur ise sorulardır. Anlatıcı karakteri sorularla uyandırır. Öyle değil mi Ayhan? Niye susuyorsun Ayhan? Anlatıcı hâkimdir, en çok da karakterin içine. İçine hâkim olduğu için, içinden konuşur Ayhan’ın. İç sesler, iç monolog ve bilinç akışıyla. Bunu yaparken de “anlatma”k yerine “gösterme”yi tercih eder yazar. Ayhan, bakın ben çığlık atıyorum demez mesela, o çığlığı atar.
Söylenecek çok şey var ama bazen durmak gerek. Durmak ve bakmak. Bir pencereden çünkü orası ne kadar yakın çünkü orası ne güzel.
PENCEREDEN
Güray Süngü
İZ YAYINCILIK 2018
Yeni yorum gönder