Balıkçılar boyunca yaşanan mevzuların altında Rus toplumunun demografik geçiş evrelerinden ikinci evreyi yaşamakta olması saklı. Doğurganlığın yüksek seyrettiği ve aynı anda tıptaki gelişmeler, aşı vb. modern uygulamaların yaygınlaşması sebebiyle ölüm oranlarının (ve de çocuk ölümlerinin) azaldığı, ortalama yaşam beklentisinin arttığı bu evrede toplumlar fazla (aşırı) nüfus sorunuyla (bu bir sorun mu yoksa bir fırsat penceresi mi; bu husus da hâlâ tartışılıyor) karşılaşıyor. Demografik geçişin Silk evresinde doğurganlık ve ölümlülük oranlarının aynı anda yüksek olması sebebiyle toplumlarda nüfus artışı makul düzeydeyken, ikinci evrede ölüm oranları azalırken doğurganlık hâlâ yüksek seyrettiği için aşırı nüfus sorununa rastlıyoruz. Hem doğurganlığın hem de ölümlülüğün düşük izlendiği üçüncü (son) evreye doğru hareket edilen bu teori, Avrupamerkezli, Batı-merkezli (hatta bizzat Batı Avrupa merkezli) olduğu için, tüm toplumların aynı şekilde, aynı doğrultuda ve hızda hareket etmesini beklediği ve toplumların kendilerine özgü niteliklerini göz ardı ettiği için eleştiriliyor. Her ne kadar bu tür teorilere kuvvetle ihtiyacımız olsa da, Rus (veya Cezayir veya Orta Doğu) demografisini doğru anlayabilmek, yorumlayabilmek için sırf bu Batılı bakış açısı yeterli değil; behemehâl ülkelerin kendilerine mahsus özelliklerini de dikkate almamız gerekiyor.
RUS EDEBİYATI’NIN TADI
Gleb Saviniç, uzak akrabası Akim Amca ve evlatlık oğlu Grişka’ya geri dönersek; demografik geçişin ikinci evresiyle birlikte geleneksel bir toplumda iş bulmayı zorlaştıran, tarımdaki modernleşmeyle birleşince köyden kente göçü sürükleyecek süreci ve bu sürecin, köydeki nitelikleriyle kentte dişe dokunur bir iş bulamayacak bireylerde yapacağı tahribatı roman boyunca cebimizde tutalım. Rusya’nın ilk köy edebiyatı romancılarından biri olan Dmitri Vasilyeviç Grigoroviç’in Balıkçılar’ı (1853) gündelik dertlerin, sıradan insanların (Dostoyevski’nin harfleriyle “insancıklar”ın) peşinde dolanıyor gibi dursa da sıklıkla modernist nüveler barındırıyor: “… Gleb ve oğlunun bunda haklı olup olmadığına siz kendiniz karar verin. (s.76)” ve benzeri örneklerle Rus yazar, okuru da “kurgu ve kurgu olduğunun farkında olan, inşa edilen bir ürün” olan roman karşısında bir anda yalnız bırakabiliyor. Takribi 20-30 sayfada bir yazar bu tür tek cümlelerle okuru canı istediğince yabancılaştırıyor.
Örneğin Türk Edebiyatı’nda yoğun bir köy edebiyatına rastlamamız için yaklaşık bir asır sonraya geçmemiz gerekiyor. Aynı doğrultuda Türkiye’de sosyolojik düşüncenin evriminde köy çalışmalarının ağırlık kazandığı döneme de yine yaklaşık bir asır sonra rastlıyoruz. Köy çalışmaları bizim düşüncemizin evrimi için de çok önemli çünkü 1980’li yıllara dek ağırlıkla köyde yaşayan, köylü bir toplumduk; kendi dinamiklerimizi, şehirlerimizi, pek çok sosyoekonomik tavrımızı doğru anlayabilmemiz için önce köylerimizi, köylülerimizi iyi bilmemiz gerekiyor. Metot olarak da görece çalışması daha kolay olan köy monografileriyle paralel olarak Türk Edebiyatı’nda ve hemen peşinden de Türk Sineması’nda köylerin ağırlık kazandığı bir döneme (1950-1960’lı yıllar) tanık oluyoruz.
Sonda söyleyeceğimi daha erken söyleyeyim; Balıkçılar, çok dikişli bir hikâye değil. Ancak Rus yazarın gerçek başarısı tam da bu noktadan itibaren başlıyor. Şaşaalı, çarpıcı, zaten kendiliğinden ziyadesiyle dram yüklü bir öyküde edebi gücünüzü yansıtmanız görece daha kolay ama peki ya sıradan mevzuların, sıradan görünen karakterlerin içerilerine saklı katmanları dışarıya çıkarmanız gerektiğinde ne kadar güçlüsünüz, kaleminiz ne kadar sağlam?
Rus Edebiyatı okumak, Rus Edebiyatı’nın tadına varmak hakikaten başka bir damak zevki gerektirir. Dışarıdan çok sıradan görünen bir ruhun içindeki kimlik merdivenleri, bu ruhun peşinden koştuğu dinamikler, birbirleriyle savaşan imgeler ve sözcükler, birbirine karışan “kopya”lar ve “orijinal”ler... Sığ göllerde gerçek kimliğinizle, gerçekliklerinizle yüzebilir misiniz?
BALIKÇILAR
Dmitri Vasilyeviç Grigoroviç
ÇEV: Levent Özübek
VAKIFBANK KÜLTÜR YAYINLARI 2019
Yeni yorum gönder