Roald Dahl’ı daha çok Matilda, Dev Şeftali, Cadılar, Bay ve Bayan Kıl gibi çocuk kitaplarıyla tanıyoruz, ama sanırım en çok da Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nın yazarı olarak... Yine de çoğu zaman Roald Dahl isminin, özellikle Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nın gölgesinde kaldığını söyleyebiliriz. Romanın yazarını aşan bu popülaritesinde, hiç kuşkusuz, yakın zamanda yeniden beyazperdeye uyarlanmasının payı büyük; üstelik yönetmen koltuğunda Tim Burton’ın, başrolde de Johnny Depp’in yer aldığı düşünülürse bu durum “kaçınılmaz” gibi görünüyor. Ne de olsa Willy Wonka dediğimizde, Roald Dahl kitaplarındaki muhteşem çizgilerin sahibi Quentin Blake’in Willy Wonka’sı değil, Johnny Depp’in yüzü geliyor çoğumuzun gözünün önüne. (Zevkler ve renkler tartışılmazmış!)
Bir kitabında, nefret ettiği büyükannesiyle çarpışmaya hazır, onun için “şaşırtıcı, müthiş, patlayıcı şok” hazırlamaya çalışan, yaşlı kadını bir parça sarsmayı arzulayan bir çocuğun hikayesini anlatan; bir başka kitabında, yüzünü hiç yıkamayan fesat bir adamla düşüncelerinin çirkinliği görüntüsüne yansımış sevimsiz bir kadının evliliğini sorgulayan bir yazarla karşı karşıyayız. Ya da elimize aldığımız bir diğer kitabının bir zürafa, bir maymun, bir pelikan ve onların arkadaşı Billy’nin, Merdivensiz Pencere Temizlik Şirketi’nin kurucuları ve çalışanları olarak, İngiltere’nin en zengin adamının tam 677 pencereli evindeki maceralarını vaat etmesi, Roald Dahl’ın yarattığı tuhaf ve eğlenceli dünyanın kapılarını sonuna kadar aralama isteği için yeterli. (Söz konusu kitaplarının ortalama 9-12 yaş grubuna hitap ettiğini hiç duymamış gibi yapabiliriz!)
Bu tuhaf –ama en önemlisi eğlenceli– çocuk hikayelerinin ortaya çıktığı mekan da, yazma süreci de tuhaf; çünkü başlı başına “tuhaf” biri Roald Dahl. Evinin bahçesindeki, kendisinden başka hiç kimsenin girmesine izin vermediği bir kulübede yazıyormuş kitaplarını. (Kitaplarının çizeri ve yakın arkadaşı Quentin Blake bile Roald Dahl yaşarken yalnızca bir kere görme şansı bulabilmiş orayı...) Şimdilerde ise bir müze olduğundan, artık bu özel kulübenin içinde neler olduğunu ayrıntılarıyla biliyoruz. Mesela berjer koltuğunun iki kolunun arasındaki mesafeye uygun uzunlukta, yeşil çuha kaplı tahta bir levha üzerinde yazıyormuş bütün kitaplarını; özel olarak hazırlanmış o tahta levhayla, o koltukta otururken. “Yazma tahtası”nın üzerinde biriken silgi kalıntılarını elinin tersiyle silkeleyip yere atar ama o silgi kalıntılarının hiçbir zaman temizlenmesine izin vermezmiş ayrıca. Berjer koltuğunun hemen yanındaki masasını ise, anlaşılan, daha çok bir sergi alanı gibi kullanıyormuş. Masanın üzerinde, yerleri hiçbir zaman değişmeyen eşyalar arasında Dahl’ın geçirdiği bir ameliyat sonrası kalça kemiğinden alınan bir parça da var; yıllar boyunca yediği çikolataların alüminyum ambalajlarını bir araya getirip sıkıştırarak elde ettiği “top” da... Sanırım bütün bu tabloda şaşırtıcı olmayan tek şey, tüm bu saydıklarımızla birlikte, günün başlangıcında her defasında altı kurşunkalemi açıp yanındaki kalemlikte hazır bekleten birinden böylesi hikayelerin ortaya çıkmış olması. Diğer şaşırtıcı durum ise, haklı olarak yere göğe sığdıralamayan çocuk kitaplarının aksine, Roald Dahl’ın yetişkinlere yönelik kitaplar da kaleme almış olduğundan çoğu zaman söz dahi edilmemesi...
Kaba ve tuhaf olanla gülünç olan bir arada
Dahl’ın yetişkinlere yönelik kaleme aldığı kitaplarında da yine tuhaf bir dünya karşılıyor bizi ama bu sefer –çocuk kitaplarından farklı olarak– hikayelerinde cinselliğin, gerilim ve korku unsurlarının ön plana çıktığını görüyoruz (bir dönem televizyon için, Alacakaranlık Kuşağı’na benzetebileceğimiz “Alfred Hitchcock Sunar” isimli programa birkaç bölüm yazdığı da biliniyor); dildeki mizah ise güçlü bir şekilde olduğu yerde duruyor. Dahl’ın hikayeleri için örneğin, şöyle bir tanımlama yapılmış: “Kaba ve tuhaf olanla gülünç olanı incecik bir çizginin üzerinde birleştirip birbirinin içinde ustalıkla eritmeyi başarmış.”
Yayımlanış sırasını göz önünde bulundurduğumuzda, Dahl’ın ilk yetişkin kitabı, 1946 tarihli Benden Bu Kadar. II. Dünya Savaşı’nda görev alan pilotların yaşadıklarından kesitler sunan öykülerini bir araya getirilmiş. “Bu öykülerde özellikle belirli kişilerden söz etmiyorum. Öyküde kullanılan adlar, tanıdığım pilotların adları olmadığı gibi, birinci tekil şahısta anlattığım öyküler de bizzat benim başımdan geçmiş olaylar demek değildir.” Kitabın başına her ne kadar böyle bir not düşülmüşse de, kendisi de bir savaş pilotu olan Roald Dahl’ın anılarını ve deneyimlerini bu öykülerden ayrı düşünmek kolay değil. “Gerçekliği” anlatımındaki sadeliğin yanı sıra üslubundaki samimiyet de hemen hissediliyor zaten. Bir İngiliz pilotla bir Alman pilotun havada başlayıp karada devam eden boğaz boğaza “mücadelesi” şöyle aktarılmış örneğin: “Bedenini koyuverip tüm kaslarını gevşetti pilot, çünkü artık debelenme, çabalama, savaş verme isteği kalmamıştı. Çırpınıp çabalamak zorunda olmamak ne güzel, diye geçirdi aklından. Debelenmenin ne bir anlamı, ne bir gereği var. Bunca zamandır çabalayıp durduğum için ne aptalmışım; gökyüzünde kara bulutlar varken, güneş çıksın diye üsteleye üsteleye dua edip durmam ne salaklıkmış meğer. Yağmur yağsın diye yakarmam, ‘Yağmur yağsın, bırakın şakır şakır yağmur yağsın, aldırmıyorum işte!” diye avaz avaz bağırmam gerekirmiş aslında. (...) Çabalaya debelene hiçbir şey yapamazsınız; en önemlisi de hayatınızı yaşayamazsınız. Ve ben de şimdi artık her yapmak istediğimi, hep yapmak istediklerimi yapacağım ve çabalamak, debelenmek söz konusu bile olmayacak. Bakın ne hoş, nasıl da dingin her şey şimdi! Bakın her yer güneş ışığıyla nasıl pırıl pırıl!”
Zamanında –hepsini olmasa da– önemli sayıda Roald Dahl kitabını yayımlamış Can Yayınları; Amcam Oswald, Kancık, Öptüm Seni, Senin Gibi Biri, Son Perde, Şeker Henry’nin Akıl Almaz Öyküsü gibi... Umarız toplu öyküler yayımlamasına alışkın olduğumuz Can Yayınları, erişmenin artık pek kolay olmadığı bu Roald Dahl kitaplarına yeniden bir göz atar...
Yeni yorum gönder