Dünya üzerindeki Türkiye ülkesinin İstanbul şehrine bağlı Kadıköy ilçesinde bulunan bir apartmanın birinci katındaki bir dairede yaşıyorum. Dairenin üç odası, bir salonu, bir banyosu ve bir mutfağı var. İki yıl kadar önce, bu daireye ilk kez girdiğimde onun her köşesini dikkatle inceledim. Daireyi tuttuktan sonra gözümü dört açarak, onun her metrekaresini özenle, elimden geldiğince değerlendirdim. O tabloyu şu duvara değil de ötekine astım mesela, kütüphaneyi oraya değil de şuraya yasladım. Fakat –tam olarak ne zamana tekabül ettiğini bilemesem de– taşındıktan belki iki hafta, belki de bir ay kadar sonra, o duvarı da, o kütüphaneyi de görmeyi bıraktım; tıpkı her gün geçtiğim sokakları kanıksadığım gibi... “Alışılagelmişlik adını verdiğimiz şey belirginlik değil, bulanıklıktır: Bir körlük biçimi, bir uyuşma halidir,” diyen Georges Perec’in de onaylayacağı üzere, hemen hepimiz gibi, ben de nerede yaşadığımın farkında değilim şimdi.
Mekân Feşmekân’da görüş alanımızı sınırlandıran bir şey, bir engel olarak tanımlar mekanı Perec; “yaşamak ise bir mekandan başka bir mekana geçmek demektir.” Mekanlar –tıpkı anılar gibi– zamanla aşınır, bu yüzden onları dondurarak bir metnin sınırlarında saklamak ister. Ne var ki, yazı masasının üzerindeki metin mekanın bir parçasıdır, metin yazıldıkça mekan da değişir ve bu yüzden mekanı metne kusursuz bir biçimde yansıtmak imkansızdır. Diğer yandan, bir mekanı içindeyken tarif etmek, uzağındayken tarif etmekten farklıdır. Perec’in “Yerler” projesi yola işte buradan çıkar. Paris’teki 12 mekanın önce içlerindeyken ve ardından oralara dair anıları da kapsayarak dışarıdan yapılan iki tarifi bir zarfta mühürlenecek ve bu eylem 12 yıl boyunca birer kez tekrarlanacaktır. İlham verici, öyle değil mi?
Fakat Georges Perec’in ilgisini esas çeken mekanlar değil, mekanların yarattığı boşluklardır, mekansızlıktır. Tamamen işe yaramaz sayılabilecek bir alanı hayal etmek çok güç olduğundan, tam tersini eksiksiz yapmaya çalışarak boşlukları hissettirmek ister o. Cem İleri’nin kapsamlı “sonsöz”ünden öğreniriz ki, son projesini gerçekleştirdiği Ellis Adası, bu anlamda onun yıllar boyu üzeri kapalı söylemek istediklerinin daha az dolaylı bir biçimde ortaya dökülmesini sağlayan yerdir. Kendisini konumlandırdığı mekan, altı milyon göçmenin ABD’ye dağılmadan evvel ayak bastığı, “Amerikalılar” üretmek için kurulmuş bir fabrikaya benzeyen bu adadır sanki. “Orası tam bir sürgün yeri benim için, yani mekansızlığın yeri, dağılıp savrulma yeri,” der burası için. Buradaki mekansızlığın izini sürme nedenini ise annesiyle babasının yaşam öykülerinde aramak gerekir belki de...
Perec, Mekân Feşmekân’ı “bir mekan kullanıcısının günlüğü” olarak tanımlıyor. Yazarın daha sonra kaleme alacaklarının çekirdeklerini de barındıran bu kitap, Gordon Matta-Clark, Saul Steinberg gibi benzer dertlerle dertlenen sanatçılara değinirken Perec’in diğer projelerinden de bahseden “sonsöz”ü ve harika çevirisiyle, ilham verici, derinlikli, mutlaka okunması gereken bir günlük.
Görsel: Onur Aşkın
Yeni yorum gönder