Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

“Birleştirici bir atlas”



Toplam oy: 574
Sam Shepard // Çev. Ahmet Ergenç
Everest Yayınları
Bir oturuşta okuyup tekrar başa dönmek ve bu sefer sindire sindire okumak isteyeceğiniz, kurmaca suretinde bir “içdöküş”, yüklü bir ömre ağıt…

Sayısız eseri arasında galiba en çok Gömülü Çocuk, Vahşi Batı, Aç Sınıfın Laneti, Aşk Delisi oyunlarıyla tanıdığımız ve geçen yaz kaybettiğimiz Amerikalı yazar, aktör ve yönetmen Sam Shepard, ölümünden kısa bir süre önce son bir metin bıraktı bize. Yazarın ilk ve son romanı bilgisiyle okurla buluşan İçimdeki Kişi, romandan ziyade, kurmaca ile anı arasında gidip gelen, Shepard’ın sesini satır aralarında sık sık duyduğumuz, neredeyse otobiyografik bir metin. Kitabın önsözünü kaleme alan, Shepard’ın dostu –bir dönem sevgilisi– Patti Smith de buna benzer bir not düşüyor ve metni okuduğu ana dair hislerini şöyle aktarıyor: “Çitin ardında otlayan dört at vardı, siyah kelebekler dallardan düşmüş armutların üstünde uçuşuyordu. Sonbaharın geldiği hissedilebiliyordu, altın sarısı bir Kentucky öğleden sonrasıydı. Sam camdan dışarı bakıyordu. Ben de masasında onun metnini okuyordum. (…) Önümdeki metin karanlık bir pusulaydı. Her şey kuzeyi gösteren mıknatıstan, anlatıcının iç manzarasından yayılıyordu. Kendimi metinden koparamayarak, bütün öğleden sonra okumaya, bir yankılanan konuşmalar, değişen perspektifler, akışkan hatıralar ve sanrılı izlenimler mozaiğinde dolaşmaya devam ettim. (…) Metni elimden bırakıyorum. Bu metin Sam, bir anlamda o, aslında hiç o değil. Dışarı çıkmaya, şeylere anlam vermeye çalışan bir varlık bu. Mideden sürüne sürüne yükselip ağızdan çıkan, yatak çarşaflarına ve oradan da kasvetli sonsuzluğa doğru ilerleyen bir bağırsak kurdu bu.”


İçimdeki Kişi
, Sam Shepard’ın bugüne yazdığı bütün metinlerin ucuna eklenen, meyvesi bol bir yazarlık kariyerinin vardığı nihai noktada anlam kazanan bir son kitap. Bu haliyle Shepard’ın bugüne kadar ürettiği her şeye sızan hayat meselelerinden, kişisel zaaflarından, takıntılarından, yaşamı boyunca aklını meşgul eden şeylerden, hem ailevi hem de romantik ilişkilerinden, onun Amerika’sından ve elbette yazarlık dehasından izler taşıyor. Küçük bir kitap olsa da, Shepard’ın yazarlık serüveni boyunca ele aldığı temaların süzülüp biriktiği, rafine, sert bir içkiye benziyor.  Hayatın büyük kısmını aktör olarak geçirmiş bir adamın hikayesini kendi ağzından okuduğumuz romana bu açıdan bir veda metni demek yeterli –ya da doğru– olur mu emin değilim, ama ona bir ömrün son düzlüğünde kaleme alınmış bir “içine bakma,” hatta bir “geriye bakma” metni, bir “Z raporu” demekte sakınca görmüyorum.

 

 

 

Hayali/halüsinatif bir atmosfer


İçimdeki Kişi
, bir araya getirilmiş bölümlerden oluşuyor. Anlatıcının geçmiş ile gelecek arasında gezerek, bu gezintilerde bazen çocukluğuna giderek, bazen bugüne dönerek aktardığı bölümlerde rüyalar/sanrılar/hatırlamalar da sıklıkla kendine yer buluyor. Bazısı neredeyse bir paragraf kadar olan bölümler emprovize bir şekilde kaleme alınmış bir bütün oluşturuyor. Kitap bu haliyle zamanlar ile duygular arasında gezinen, sanki hatırladıkça not düşülmüş notlardan oluşan bir kolaj niteliğinde. Bu nedenle kitap boyunca bazen çizgilerin silikleştiği, bütünün parçalandığı, anlatılanların puslu bir hal aldığı, hayali/halüsinatif bir atmosferin ağır bastığı olsa da günün sonunda her şey bir noktada buluşup yan yana gelmeyi başarıyor. Patti Smith İçimdeki Kişi için, “birleştirici bir atlas gibi,” diyor ve ekliyor: “üzerinde de bu atlasın dünyadışı yollarında, açık gözlerle, içgüdülerini dinleyerek dolaşan kişinin çizmelerinin bıraktığı izleri taşıyor.”


Sam Shepard gibi bir dehanın, 73 yaşında, ölümünden kısa bir süre önce yayımlanan ilk ve son romanı İçimdeki Kişi, sadece bu özelliğiyle bile çok kıymetli. Bir oturuşta okuyup tekrar başa dönmek ve bu sefer sindire sindire okumak isteyeceğiniz, kurmaca suretinde bir “içdöküş”, yüklü bir ömre ağıt… Kitaptan bir alıntıyla bitireceğim: “Sanırım biri bana sesleniyor. Bir kadın sesi. Dış kapının hemen arkasında, net ve yüksek sesli. Saat kaç hakikaten? Kapıya gidiyor ve sonuna kadar açıyor, görünmez kişiyi kendini göstermeye davet ediyorum adeta. Kimse yok orada. Kapkaranlık. Her kimse ona sesleniyorum. Cevap yok. Atlar çit boyunca koşuyorlar…”

 

 


 

 

 

Görsel: Aslı Yazan

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.