Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

“Kendi kendisini büyütenlere...”



Toplam oy: 206
Bahar Feyzan
Doğan Kitap
Adım Nisan, bir kadının kendi kendini büyütmesinin ve başına ne gelirse gelsin bir şekilde bunun altından kalkmasının romanı.

Bazı kitapların ilk sayfasını okumaya başladığınızda, yazarı daha önceden tanımıyorsanız eğer, ilk cümleler okuma motivasyonunuzu etkiler. “Eyvah klişe bir roman okuyacağım” ile “hayır, başka türlü bir metin karşımdaki” arasında kalırsınız. Bahar Feyzan’ın kitabının ilk sayfası, ne yalan söyleyeyim, beni biraz ürkütmedi değil. “Eyvah,” dedi iç sesim, “yine bir baba-kız hesaplaşması, aile girdabının içerisine düşeceğim.” Meğer mesele o değilmiş...

Adım Nisan, Nisan Nesin adında bir gazeteci kadının hikayesi. Anlatılan aslında sadece onun hikayesi değil, günümüz Türkiye’sinin farklı köşelerinden yan yana gelmiş pek çok kesit... Bahar Feyzan, dilinin akıcılığı ve kurgusuyla kitabın bir nefeste okunmasını sağlıyor. Bazı bölümlerde okuru klişe ile karşı karşıya bıraksa da, yine de kurgunun bütünlüğü içerisinde bunlar görmezden gelinebiliyor.

İthafını “kendi kendisini büyütenlere...” diyerek yapmış Bahar Feyzan ve Balat’tan başlıyor anlatmaya. Doğduğu gün ile babasının evi terk ettiği gün aynı olan bir kız çocuğu... Annesinden babasından çok anneannesini anıyor hayatının her köşesinde. Bahar Feyzan günün birinde o çok görmüş geçirmiş, her hikayeye söyleyecek bir cümlesi olan anneannenin de romanını yazar umarım. Çünkü bazı anneanneler vardır ki pek çok annenin ve babanın yerini tutar, insanı öksüz yetim koymazlar. Annesiyle olan ya da olmayan ilişkisi bir yana, babasının yıllar sonra ortaya çıkıp sonra yeniden ara ara kaybolup, yeniden varolmasıyla dengeleri altüst oluyor Nisan’ın. Babasının dolduramadığı boşluğu işinde, eşinde, dostunda, aşkında arıyor ve kimi zaman yanılıyor.

 

Adım Nisan bir polisiye -içinde dedektif, kan ve katil- olsa da aslında baştan aşağıya bir kadın romanı. Özellikle bazı bölümlerinde cüretkar ve korkusuz. Başımıza gelenlerin kader mi yoksa tesadüf mü olduğunu sorgulatıyor. İnançlarımızın sarsıldığı noktalarda hayatı ve koşullarımızı nasıl zorladığımızı hatırlatıyor.

İçinde hem aşkın, hem kadınlığın, hem erkekliğin, hem iş hayatının olduğu, bir şekilde ayakta kalmanın herkes için bambaşka şeyler ifade ettiğini sezdiren bir roman Adım Nisan. Nisan, büyüdüğü mahallenin yıkılmasıyla kendi varoluşunu sorgulayanlardan, kaybettikleriyle kazandıklarını eşitlemeye çalışanlardan; yaptığı mesleği sorgulayan, sorgulamayanın yanında duramayanlardan, daha doğrusu durdurmayanlardan. Anneannesinden kulağında kalanlar, kaybolduğu zaman önünü görmesini sağlıyor, aynı evi paylaştığı arkadaşı Cem ise herkesin hayatında olması gereken, ne olursa olsun her daim orada duran dostları ya da o tek vazgeçilmez dostu temsil ediyor.

Genç bir gazeteci kadın tam yükseldiğini ve işlerin yolunda gittiğini düşündüğü bir anda işsiz kalıyor. Hayatına giren zengin ve yakışıklı adam bir anda ortadan kayboluyor. Öldü mü kaldı mı bilinmiyor. Varlığı ayrı yokluğu ayrı dert olan babanın vefat etmesi var bir de. Sonra birdenbire hayatına giren bambaşka bir adamla ve yeni bir işle bütün iplerin birbirine bağlanması, bu bağlanmanın aslında onun hayatının son beş senesinin koptuğuna delalet olması...

Nisan’ın hayatının kendi dengesizliğinin içinde bir devinimi varken birden denge ortadan tamamen kayboluyor. Ve bir gökyüzünde bir yeryüzünde ama sürekli soru sorarken buluyor kendisini. Bir gazeteci ile aynı evin içerisinde yaşamadıysanız o bitmez bilmeyen soruların ne demek olduğunu bilemezsiniz. 5N1K öğretisini sürekli üstünüzde kullanırlar. Öyle ki eve iş getirme demek zorunda kalırsınız. Nisan da sorgulanmaktan hoşlanmıyor ama sorgulamadan da duramıyor. Kendi hikayesini anlatırken de sürekli kendisini sorguluyor.

Her ne olursa olsun Adım Nisan bir kadının kendi kendini büyütmesinin ve başına ne gelirse gelsin bir şekilde bunun altından kalkmasının romanı. Kader mi tesadüf mü bilinmez ama hayatta bazen romanlardaki gibi her şey üst üste gelir, tanıdığınız insanları hiç tanımadığınızı anlarsınız ve her şey zorunuza gider. İşte o zorunuza giden yerden başınızın çaresine bakmayı ve deliklere çomak sokmayı öneriyor Bahar Feyzan.

 



 


 

 

 

Görsel: Elif Demir

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.