Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

“Televizyon okuyan” bir kapitalizme uluma



Toplam oy: 886
Allen Ginsberg
Sel Yayıncılık
'Böyle bir dünyaya hizmet edeceğime sanatsal kötülüğün köpeği olmayı tercih ederim.' (k.İ.)

Nicole Kidman, Diğerleri (The Others) filminde çatı katında bulduğu resimlerdeki insanları başta uyur sansa da sonradan tuhaf bir ritüelle yüzleşir ve onların ölülere ait olduğunu fark eder; bu elbette “Ölü insanlar görüyorum, ölü olduklarını bilmiyorlar” diyen acılı, korkmuş küçük bir çocuğun trajedisinde Amerika’ya göndermeler taşıyan, postmodern bir hicivden daha çarpıcıdır. Çünkü Amerika, ölü ile iletişim halinde kalmayı tercih eden politikaları ile halkını gizli bir tehditle dinç ve küresel şuurdan uzak tutmayı her zaman akla yatkın bulmuştur. Ölü ile Diri arasındaki farkın subliminal mesajı da aşarak subliminal işgale dönüşmesi, bilincin gitgide nesnelleştirilmesi, hatta 2010 yılında gündeme gelen sigaranın zararını ifade için sigara paketlerinin üzerine ölülerin, boğazında delik açıldığı halde hâlâ sigara içen hastaların, patolojik akciğerlerin, bebeğinin yüzüne duman üfleyen annelerin resimlerinin yerleştirilmesine kadar uzanır. Burada toplumsal boyutta büyük bir red hareketi izlemeyi beklemek aptalcadır; oralarda siyasetçilerden başka hiç kimse siyasetle ilgili değildir. Günlük ekonomik tsunamilerden sağ çıkma telaşı sokağı avcunda tutmaktadır. İşte, Ölü ile Diri arasındaki farkın kendi bedenlerinde tescillenmesinden korkanların “ölü insanlar görüyorum, ölü olduklarını bilmiyorlar” vecizesinden ders çıkartması, bir vicdan muhasebesinden yararlanması da bu noktada zordur; Amerika’da Hamlet’e sık rastlanmaz.



Ölü ile Diri, Amerikan rüyasının temeline yerleşmiştir; öyle ki Kızılderili-Kovboy, Beyaz-Siyahi, Kuzey-Güney, Dünyalı-Uzaylı, Cumhuriyetçi-Demokrat, Hıristiyan-Müslüman vs gibi sadece iki eksenli bakış nedeniyle kutuplaşmayı kontrol altında tutabilirler. Ailevi sorumluluk ve iş disiplini sahibi, ülkesine/değerlerine bağlı, başka kıtadakilerle sadece emperyalizm odaklı ilişkilerinde alakadar, muhafazakarlığı uygarlığın altyapısı olarak sunan, alternatifi dönem dönem sadece lobileri memnun etmek için ödüllendiren bir kalabalığın içinde söz alma fırsatı yakalamak ve tüm bunları hata diye kanıtlarıyla ifşa etmek, hatta aktivistliğe soyunmak ciddi tehlikeler içerir. Bilakis Diri, tek başına hiçbir anlam içermez; Diri’nin Amerika açısından doğru tanımlanabilmesi için Ölü’ye ihtiyaç vardır.




Gerçekdışının yönetimi

 

Allen Ginsberg 1964 yılında yayımladığı bir yazısında, “Artık her şey sadece dengesiz değil, aynı zamanda GERÇEKDIŞI. Gerçekdışının güç merkezlerinden yönetimi,” diyerek isyan eder. Aslında daha sonra kaleme alacağı ve çığırından çıkmaya yönelik “Amerikan Karşıtı Faaliyetlerin Taslağı” başlıklı bildirisinde belirteceği, “Tacizin en sık başvurulan yollarından biri de (...) casuslar kullanmaktı. Casusların rolü şiddeti kışkırtmak, herkesi rencide edecek son derece çılgın ve şiddet içerikli yazılar yazmak, 'Savaşın nelere mal olduğunu anlamamız gerek' ya da 'bizim gibi devrimci olmayan herkes küçük burjuva bir beyaz pisliktir' gibi – uzun solcu nutuklarla rutin işleri ve yayın kurulu toplantılarını yavaşlatmak ya da resmen sersemce davranıp düşünce kanallarını tıkamak” meselesinin temelini atar. İç acıtan şey, bu entelektüellerin ve aydınların orta ile sol arasında gidip gelme ihtimallerinin bile bulunmaması, sadece orta ile sağ arasında bir tercih yapmaya itilmeleri ve çoğu sözlerinin, yaşama biçimlerinin alaya alınmasıdır. Gerilim arttıkça devlet sertleşecek, gerilim arttıkça muhalifler sınırları zorlayacaktır. Ginsberg Yahudilik, Komünizm ve Budizm üçgeninde Beat Kuşağı’nın belki de en saldırgan konuşmacılarından biri olmayı da ihmal etmemiştir; bu bütüne eklediği uyuşturucuya özgürlük, cinsel özgürlük, kimlik özgürlüğü gibi alt katmanlarla bireyin bağımsızlığının en radikal dilini oluşturmuştur. 1990 yılında İstanbul Kumkapı’da, Can Yücel’le rakı içerken yazdığı şiirde de dediği gibi, “İster Manhattan’ın doğu yakasında/ İster boğaz şehrinin Kumkapı’sında/ Herkes yalanları söyler/ Doğruları söyleyerek”.



Ginsberg’in derlenmiş yazılarından oluşan Toplu Halüsinasyon, Amerika’nın ipliğini pazara çıkaran bir kitap; okurken ülkenin adını değiştirdiğinizde, düşüncelerine fazlasıyla yakınlaşabileceğinizi, hatta arada başınızı kaldırıp sokağa bakacağınızı ve “benzerlik ne tuhaf” diye mırıldanırken ölü insanları/diri faşizmi göreceğinizi iddia edebilirim.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.