Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

2009 Yılı Türk Edebiyatı için bir değerlendirme



Toplam oy: 983

Her edebiyat ortamının bir açık bir gizli örgütlenme şekli vardır. “Gizli” denilince akla neler neler geliyor. İlk akla geleni, güç-çıkar bileşkesi içinde yürütülen faaliyetler. Kulisler, lobiler, al gülüm ver gülümcüler vb. Bilgi sosyolojisi içinde daha iyi anlayabileceğimiz büyük cemaatler de edebiyatı kendilerine uygun bir şekilde örgütlemeye çalışırlar. Buna son yıllarda sıkça kullanılmaya başlanan “mahalleler”i de ekleyebiliriz. Örneğin “Cihangir” ve “Fatih” aynı zamanda edebiyatımızın da iki mahallesidir. İstanbul’da öne çıkan iki edebi cemaat olduğunu görüyoruz.

 

“Gizli” demekle benim kastettiğim bunlar değildir. Belki “derin” demeliydim, ancak şu günlerde o daha bir yanlış anlamaya elverişli. Tarihsellik içinde alttan alta bir örgütlenmeden söz ediyorum aslında. Değerlerle kendiliğinden bir örgütleniş. Doğal olması hasebiyle örgenleniş de diyebiliriz.

 

“Yunus Emre Türk Dünyası Büyük Ödülü” meselesini de bu kavrayış içinde ortaya atmıştım.

 

Bu sadece bir ödül değildir; tarihsellik bilinci içinde altında toplanacağımız bir sancaktır.

İran’da Hafız-ı Şirazi, Azerbaycan’da Genceli Nizami sancakları yakınımızdaki örneklerdir.

 

Geçen ayki yazımda Türk yazarlarının “parçalanmış kanonun çocukları” olduklarını söylemiştim. Bu parçalanmışlık, aslında daha dayanıklı olan, gizli, derin örgütlenişi giderek daha kötü tahrip ediyor. Değerler, içleri boşaltılmış olarak kapanın elinde kalıyor. Donuk akademi, donuk vakıflar, bir solukluk canı kalmış ödüller, bunların her biri bir tarafta fersiz.

 

2009 yılı böyle bir tablo. Daha doğrusu görünüm daha belirgin hale geldi.

 

Rakamlara bakarsak, onlar sanki başka bir şey söylüyor. Acaba öyle mi?!

 

Gazetelerin kitap ekleri 2009 yılında 427 romanın yayımlanmış olduğunu tespit edip, duyurdu. Bunlardan 238’i de ilk romanmış. Yıl sonu değerlendirmelerinde bu istatistik bayağı öne çıkarıldı. Peki elde ne var? Ben söyleyeyim: Medyanın desteğine mazhar olmuş, bunu bir şekilde başarmış birkaç yazar dışında hiçbir şey.

 

Edebiyat ortamımızın açık örgütlenmesi bütün verimi, tabii kendi bildiği gibi alıp bir yerlere taşıyor. Ve maalesef yıl sonu değerlendirmeleri de -çoğu diyelim- bu hareketlilik üzerinden konuşuyor.

 

Bunun bir adı var, bu durumun yani, “köpük edebiyat” deniyor. İşte 2009 yılı Türkiye’de “köpük edebiyat” yılı oldu bana kalırsa. Hatta iş o noktalara vardı ki içinde Tanpınar olmayan bir “Tanpınar Festival’i” yapıldı. Hiç kimse de yahu bu ne iştir demedi.

 

Açık örgütleniş yazarlar için bir fırsatlar alanıdır. Medya bakımından da haber imkanıdır. Fırsatlar ve haber birbirlerini besleyerek giderler, köpük kabardıkça kabarır. Bu döngüyü kırmamız zor. En çok şundan zor, yayıncılığımız kültür sermayesini piyasa canlılığında yapmaya çalışıyor. Doğrusu kendisi için, bu şartlarda başka bir imkan da yok.

 

2009 yılına bir de böyle bakalım.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.