Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

2760889966649



Toplam oy: 1258

İkitrilyonyediyüzaltmışmilyarsekizyüzseksendokuzmilyondokuzyüzaltmışaltıbinaltıyüzkırkdokuz. 2’ye bölünemez. 3 için, rakamları tek tek toplayıp sonucun 3’ün katı olup olmadığına bakmak yeterli. Son rakam 0 ya da 5 olmadığına göre 5’e zaten bölünemez. 7’ye, 11’e, 13’e?

Asal sayılar sadece 1’e ve kendilerine bölünebilirler. 1, 3, 5, 7, 11, 13… Doğal sayıların oluşturduğu sonsuz dizimde gururlu bir yalnızlıkla dimdik dururlar. Bu yalnızlığa diğer bir yalnızlığın temassız temasının da eklendiği bazı özel ikililer vardır ki onlara matematikçiler “ikiz asallar” der. İkiz asallar bir ikili oluşturacak kadar yakındır ama birbirlerine asla tam olarak dokunamazlar, aralarında her zaman bir kara kedi, bir çift sayı bulunur.

Mattia’ya göre Alice 2760889966651’dir. Alice ile Mattia için de ikiz asallar denebilir mi? Yapayalnız bu iki genç birbirlerine çok yakındır ama gerçek anlamda birbirlerine değmeyi becerebilirler mi? Alice, sakat kaldığı bir kayak kazasında, Mattia da kız kardeşinin kaybolduğu bir parkta bırakmıştır çocukluğunu, gençliğini, yetişkinliğini… Kısaca nefes alma yeteneğini. Bu ikili sürüp giden travmaları arasında birbirlerinin varlığından, yakınlığından güç alarak nefeslenirler.

Evrenlerinin ağır ağır ve görünmez bir biçimde birbirine kaynaşmasının tadını çıkarıyorlardı; ortak bir eksen çevresinde, giderek daralan bir yörüngede dönen iki gezegen gibiydiler; pek belirgin olan yazgıya göre uzayın ve zamanın herhangi bir noktasında birlikte gelişeceklerdi.

Ne Alice ne de Mattia acısı peşini bırakmayan iki karakter diye dar bir çerçevede tanımlanabilir. Alice topallığına, bedeninde kalan yara izinin neden olduğu komplekse, sosyalleşme sorununa rağmen istediği zaman yaşama tutunan, cazibeli, etkileyici havası olan biri. Meydan okumayı biliyor. Mattia ise üstün zekâya sahip, çekici bir kapalı kutu. Günlük hayatın her yerinde bulunup gözümüze hiç takılmadan işlerine devam eden fizik ve matematiği gerçekten gören, yorumlayan gözlere sahip. Hareket halindeki arabanın camına çarpan yağmur damlasının vektörel hızını hesaplamak, dökülen suyun bir süre yayıldıktan sonra durmasına neden olan yüzey gerginliği… Dünyaya Mattia’nın bu gözünden biraz olsun bakabilmek ilginç olabilirdi. Acının asla terk etmediği gözünden ise hep bakıyoruz zaten.

Asal Sayıların Yalnızlığı, İtalya’nın önemli ödüllerinden Premio Strega Ödülü (2008) alan bir ilk kitap. 1982 doğumlu yazar Paolo Giordano nükleer fizik üzerine doktora yapmış. Yazar, bugüne dek yapıtlarca anlatılan yalnızlık ve aşkı matematik ve fizik ekseninde bir kez daha dile getiriyor. Roman bir başyapıt değil ama okuduktan sonra akıldan hemen çıkmayıp, okurun bünyesinde büyük boyutlu tortular bırakanlardan. Dil basit ve akıcı. Sıklıkla günlük hayatın ayrıntıları, ayrıntısıyla ama yine günlük hayatta nasıl otomatik olarak yapılıyorsa öyle kolayca tarif edilmekte. Bir diş macunu tüpünün açılışı, yutulmak istenmeyen bir lokmanın peçeteye sarılıp tabağın kenarına saklanışı ya da pek sık başa gelmeyen ama gelebilen altına kaçırma gibi durumların gerek duyulup tarif edilişi… Tıpkı Mattia’nın, yaşamın var olmak için olmazsa olmazı olan ve kimsenin görmediği matematik ve fizik tarafını tarif etme ihtiyacı gibi, yazar da yaşamı bir dantel zinciri gibi ören en sıradan eylemleri tarif etme ihtiyacı hissediyor. Bu da yazarın gözü. Bu gözden biraz olsun bakıyoruz zaten, bazılarımız daha fazla bakıyor ama hep bakmak… Yorucu, çıldırtıcı olabilir mi? Giordano bu sıradan, kolay yaşam parçacıklarının parçacıklarını okura tekrar göstererek amaçladığı -eğer amaçladıysa-  “yabancılaştırma” etkisinde oldukça başarılı.

Yazar romanın olay örgüsü ayrıntılarını tarif etmek için ise tam tersi bir yol izliyor. Hiç üstünde durmadığı olaylar, dönemler, mekânlar var. Hikâyenin içine zaman zaman girip çıkan karakterler, hatta ana karakterlerin en yakınları bile yazarın gerek gördüğü kadar anlatılıyor.

Kitapta kahramanlarca kullanılan gazoz, fotoğraf makinesi, fotoğraf filmi gibi nesnelerin markalarıyla birlikte anılması bir soru işaretine neden oluyor. Yazar bu markaları reklam geliri için mi anıyor, yoksa tüketim üzerine kurulu yaşam biçiminin hayatı çoktan işgal ettiğine, tüketilen nesnelerin kullanılan nesne olmaktan çıkıp kullanan bir meta olduğuna mı işaret ediyor? Görsel çizimleriyle sinema diline de yakın duran romanın, minimalist sinema diliyle filminin çekilmesi hoş olurdu.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.