Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Abartısız, sokaktaki vatandaş



Toplam oy: 1555
Eric Faye
Sel Yayıncılık
Shimura ve kaçak konuğu, hepimizin hayatına her an girebilecek ve kim bilir, belki çoktan girmiş iki insan...

Éric Faye, 2008'de yaşanmış ve tüm Japonya'da birçok gazetede yer verilen haberden yola çıkıp Nagazaki adlı romanı kaleme almış. Kitap, 2010'da l'Académie Française Grand Prix ödülü de kazanmış. Ama bunları bir kenara bırakalım. Çünkü Nagazaki'nin hem konusu hem de iki kahramanı hayli ilginç bir kurguda buluşmuş.

 

Şüphe her zaman insanın zihnini bulandıran, deyim yerindeyse ona her türlü filmi gösteren bir kemirgen. Buna yalnızlık gibi bir eşlikçiyi eklediğinizde iş daha da çetrefilli bir hale bürünüyor. Nagazaki'nin kahramanlarından Shimura-san'ın durumu da aynı böyle. Evinde gezinen birileri olduğundan kuşkulanan, evdeki yiyecek içeceklerin sürekli ölçümünü yapıp envanter tutan Shimura kendisini "korkuluk görevi gören, kusurlu olmadığını düşündürten bekarlara özgü alışkanlıkları bulunan biri" diye tanımlıyor. Tamam ama kuşkuları öyle böyle değil, neredeyse paranoyaklık sınırlarına dayanmış. En azından dışarıdan bakanlar böyle algılıyor. Çünkü iddiasına göre evdeki nesneler yer değiştiriyor, yiyecek ve içecekler günden güne azalıyor. Ama bunu "hafızasının güçsüzlüğüne" ya da "yorgunluğa" bağlıyor. Böylece kuşkularının yersiz kuruntuya ve hatta hastalığa ulaşmasını engellemeye uğraşıyor. Fakat ortada satın alınan, buna kanıt olarak gösterilebilecek kasa fişleri, faturalar var. Anlayacağınız tuhaf işler dönüyor. Shimura, kendi kendine konuşuyor, telkinde bulunuyor ve durumu mantıklı hale getirmeye çabalıyor: "Böyle zamanlarda, insan beyni araştırır, olanları yeniden kurar, sağlama yapar, bir sonuç çıkartır, bulduklarını çürütür, elindekileri yan yana getirir, varsayımda bulunur, kestirmeye çalışır, şüphelenir."

 

 

Faye'nin, Shimura-san'ı bize anlatmaya koyulduğu satırlarda, güçlü şüpheleriyle vazgeçemediği kemikleşmiş alışkanlıkları arasındaki gerilim dikkat çekiyor. Evindeki tuhaflıklar, alışkanlıklarıyla ilgili geri adım atmasını sağlıyor ki bu, durumun ciddiyetini göstermeye yetiyor. Çözüme giden yol ise evine kurduğu kameradan geçiyor.

 

Ortada birkaç ihtimal söz konusu: Kameradaki görüntü bir kadına ait ya da Shimura, orada birini gördüğünü sanıyor. Ancak bir gerçek var ki Shimura, hiçbir değerli eşyasının çalınmadığı, sadece kimilerinin yer değiştirdiği ve yiyeceklerinin eksildiği evi bir süre sonra kendisine ait görmüyor. Haksız da sayılmaz. Çünkü neredeyse bir yıl boyunca, hiç girmediği odada evini biriyle paylaşıyor ve bunun ancak kamera kaydıyla farkına varıyor. Yani işte geçirdiği her saat evi, ondan habersiz kullanan işsiz kadına ait; öyle çok bir özelliği olmayan; abartısız, sokaktaki vatandaş. "İçinde oturulan, bakımlı, huzurlu ve bu tuhaf serüvenini sürdürebileceği" bir yer arayan, bulduğunda ise oraya yerleşip bir hayalet gibi yaşayan sade insan.

 

Evinde birinin yaşadığını öğrenmesi ve ihbarı sonucu kadının evden alınıp polislerce götürülmesi, Shimura'yı rahatlatıyor mu derseniz, yanıt hayır. Faye'nin çözümleme başarısının devreye girdiği bu satırlarda, Shimura'nın kendisiyle, Japonya'yla ve etrafındakilerin yaşamıyla ilgili analizlere yöneldiğine tanık oluyoruz. Bu ise bir bakıma büyük yalnızlıkların, sıkılganlıkların ve kentin tıkanıklıklarının sorgulanması gibi.

 

Üstelik Shimura'nın içine içine konuşması bunları doğruluyor sanki: "Onun yokluğu, günlerimi zehirleyen tamamlanmamışlık hissini daha da arttırmamış mıydı? Başarılı olanları hiçbir zaman sevmemşimdir. Başardıkları için değil ama başarılarının, körleşmiş bir Ben'in oyuncağı haline geldiği için. Ne pahasına olursa olsun 'Ben' diye düşünmek insanın sonu."

 

Tüm bunlarla birlikte "kaçak kadını" unutmaması, uykularının kaçması ve onun yakalanmasıyla adaletin yerini bulacağını düşünmesinin içini kemirmesi, Shimura'nın yaşadığı garip gel gitlerin kanıtı.

 

Faye, olaya sadece Shimura'nın gözünden bakmamış. Bir ara, aynı sahneleri bir başka açıdan; evde kaçak yaşayan kadının anlatımıyla da izliyoruz. "Özel bir çekiciliği bulunmayan, dürüst" bu adamın evinde yaşayan kadın, aralık bıraktığı dolap kapısından bu sıradan insanı gözetliyor. Bu izleme, Faye'nin satır aralarına gizlediği iki sıradan insanın farkında olmaksızın birbiriyle yüzleşmesine denk düşüyor. Shimura ve evinde ondan habersiz yaşayan kaçak kadın: Her ikisi de aslında "hiçbir şey" olmasıyla bir ortaklığa sahip.

 

İkisinin ortaklığı sadece bununla sınırlı değil: Her ikisi de evi, bir sığınak ve güvenli bir yer; bir bakıma yorucu, boğucu ve kovalamacayla dolu dünyadan kopuş olarak görüyor. Bu durumda zaten ikisi de kaçak konumunda.

 

Faye, kitabın sonuna iki güzel sürpriz hazırlamış. Ara ara verilen ipuçlarıyla bunlardan birine ulaşmak mümkün belki ama o bile hikâyeyi bir solukta okumaya engel değil. Shimura ve kaçak konuğu, hepimizin hayatına her an girebilecek ve kim bilir, belki çoktan girmiş iki insan...

 


 

Görsel: Dünya Atay

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.