Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Abdülhamid ve Sherlock Holmes: İlk siyasi polisiye



Toplam oy: 1033
Yervant Odyan
Everest Yayınları
Bu romanın asıl önemi, polisiye edebiyatın siyasi muhalefet ve eleştiri potansiyelini yıllar önce ortaya koymuş olmasında. Keşke bugünün kriminalleşmiş siyasetini de bu tarzda ele alan polisiyeler yazılsa…

Yervant Odyan’ın 1911 yılında yazdığı Abdülhamid ve Sherlock Holmes, birçok açıdan ilkleri barındıran; mizah, heyecan ve serüven dolu bir roman. Odyan, Osmanlıca kaleme aldığı kitabıyla Sherlock Holmes ile II. Abdülhamid’i yan yana getirmekle kalmamış, aynı zamanda edebiyat tarihimize de ilk siyasi polisiyeyi kazandırmıştı. 

 

 

Yervant Odyan’ı, Ermeni dilinde yazdığı ve ilk kez sanıyorum 1980’lerde Türkçeye çevrilen Yoldaş Pançuni romanıyla tanımıştık. 1869 doğumlu yazarın amcası Kirkor Odyan, Ermeni Milleti Nizamnamesi (1863) olarak bilinen Osmanlı'daki ilk anayasa örneğinin hazırlayıcılarındandı. Öğrenimini evde, dönemin ünlü Ermeni aydınlarından aldığı derslerle, sanat ve edebiyat yoğun bir ortamda sürdürdü. Zengin aile kütüphanesinde çok sayıda Ermenice ve Fransızca eseri okuyarak yetişti. 1879'da Paris'e gitti. 1882'de babasının konsolosluk görevi yaptığı Romanya'nın Circova şehrinde bulundu. 1884'te İstanbul Üsküdar'daki Berberyan Ermeni Okulu'na girerek bir buçuk yıl kadar okudu. Okul sıralarındayken Vararan (Soba) adlı öğrenci gazetesini yönetti. İlk yazı ve çevirileri İstanbul Ermeni basınında 1887'de yer almaya başladı ve bu tarihten itibaren de yazmayı hiç bırakmadı. 1896'da Ermenilere yönelik saldırılar sırasında İstanbul'u terk edip Yunanistan'a yerleşti. 1899'da Paris'e, sonra sırasıyla Londra'ya, İskenderiye'ye, Bombay'a, Kahire'ye gitti ve bu şehirlerin hepsinde gazete ve dergi çıkarmayı sürdürdü. II. Meşrutiyet'in ilanı üzerine, 1909'da İstanbul'a döndü. Yoldaş Pançuni, Püzantion gazetesinde tefrika edilmesinin ardından 1911'de yayımlandı. Mayıs 1915'te tutuklanıp Suriye içlerine, Dair Ez-Zor'a (Der Zor) tehcir edildi, ağır koşullarda mucize eseri sağ kaldı. İstanbul'a 1918'de geri döndü. Ama 1922'de yeniden terk etti. Bu sürgünlük döneminde Bükreş, Trablus ve Kahire'de yaşadı. 3 Ekim 1926'da kanserden öldü ve Kahire'deki Marmina Ermeni Mezarlığı'na gömüldü.

 

Abdülhamid düşerken

 

Abdülhamid ve Sherlock Holmes’un varlığını, değerli araştırmalarıyla polisiye edebiyat tarihimizin aydınlatılmasına büyük katkıda bulunan Erol Üyepazarcı'nın Korkmayınız Mister Sherlock Holmes! kitabı sayesinde öğrenmiştim. Ne yazık ki yayımlanmasının üzerinden neredeyse yüz yıl geçtikten sonra okuyabildim. Osmanlıca polisiyelerin Türkçeye kazandırılması için yoğun bir çaba gösteren Seval Şahin, Banu Öztürk, Didem Ardalı Büyükarman, Ayşe Şahin ve E. Şule Ayva’dan oluşan bir akademisyen gurubu tarafından yayıma hazırlanan bu kadri bilinmedik şaheser, sanıyorum poliseyeseverler kadar tarih meraklılarının da ilgisini çekecektir.

 

Kitabın ilk baskısının kapağını ve romanda yer alan kişilerin fotoğraflarını da barındıran titizlikle hazırlanmış bir edisyon var karşımızda. Orijinal kapakta Abdülhamid ve Sherlock Holmes’un resimleri yer alıyor, başlığın altında ise şöyle bir yazı bulunuyor: “İstibdâdı yıkmak için vatanperver Osmanlılar ile kahraman Saliha Hanım‘ın sergüzeştlerini hâvi, ciddi ve meraklı, büyük roman”. Kitap içindeki tanıtım yazısında ise romanın muhteviyatını bildiren bir cümle dikkat çekici: "İşbu roman, hayalî olmaktan ziyade şimdiye değin nâ-meçhul kalmış olan hakiki ve esrarengiz vakalar ve siyasi cinayetlerden ibarettir." Görüldüğü gibi, Sherlock Holmes'a vurgu yapılmamış ama siyasi cinayetlerin konu alındığının altı çizilmiş. Gerçekten de Sherlock Holmes romana sevimlilik katmaktan öteye gitmiyor; asıl önemli olan II. Abdülhamid dönemindeki baskılar ve bu baskıya karşı verilen mücadele.

 

Hikaye 1904 yılında başlıyor. Kandilli’de boş bir yalıda işlenen üç cinayet... Öldürülenlerin üzerlerine M.A. işareti bırakılmış ve cesetler numaralanmış. Kısa bir süre sonra öldürülenlerin padişahın gizli hafiyesi olduğu anlaşılıyor ve gazetelere sansür uygulanıyor. Saray çevresi huzursuz. Katilleri bulmak için yoğun çaba harcanırken Erenköy’de bir ceset daha bulunur. Şüpheliler Sarıyer’de bir evde kıstırılır ama esrarengiz bir şekilde kaçmayı başarırlar. Kendi teşkilatıyla bir yere varamayacağına kanaat getiren Sultan, cinayetlerin sırrını çözmesi için bir İngilizi davet eder İstanbul'a. Burada Odyan –ünlü roman kahramanına– ilginç bir açılım getirmiş: Hikaye bu ya, McClain adlı şahıs Conan Doyle'un Sherlock Holmes tiplemesini yaratırken model aldığı gerçek bir İngiliz polisi. Ve elbette Sherlock Holmes'un marifetlerini göstermekten çok uzak. Her ne kadar Sherlock Holmes’un –gözlem yapma, kılık değiştirme, pertavsızla delil arama, ipuçlarını analitik yöntemle bir araya getirme gibi– alışılageldik yöntemlerini kullansa da, sonuç alma konusunda başarısız. Öyle ki, kendisi için hazırlanan tuzağa kolaylıkla düşüyor ve cinayetleri işleyen grubun –Saliha Hanım ve çetesinin– eline düşüveriyor. Onların sıradan katiller değil de hürriyet mücadelesi veren insanlar olduğunu anladığında ise bir kahramana yakışacak şekilde safını değiştiriyor. McClain’i de yanlarına katan komiteciler ise önlerine çıkan her türlü engel ve tehlikeye rağmen yollarından dönmüyor ve roman Abdülhamid’in II. Meşrutiyet’i ilan etmesiyle mutlu sona ulaşıyor...

 

Abdülhamid ve Sherlock Holmes, ilk bölümlerinde polisiye bir romanın heyecan ve merak duygusu uyandırma hedefini tutturuyor ama ilerleyen sayfalarda maceranın öne çıktığını söyleyebilirim. Elbette dönem ve II. Abdülhamid değerlendirmelerine de bolca yer ayrılmış. İttihatçı saflarda olduğu anlaşılan Odyan, hürriyet kavramını öne çıkarırken Abdülhamid’e bir hayli yüklenmiş. Bunun yanında günümüz okuyucusu için hikayeyi renklendiren başka özellikler de mevcut; mesela birahaneler, lokantalar, tiyatrolar, köşkler, Boğaz manzaraları, İstanbul’un gözde mekanları çok güzel tasvir edilmiş. Saray entrikaları, ünlü tarihi şahsiyetler, yazarın iyi tanıdığı ülkelere yapılan ziyaretler de polisiye kurgunun önüne geçiyor. Ama yine de bu romanın asıl önemi, polisiye edebiyatın siyasi muhalefet ve eleştiri potansiyelini yıllar önce ortaya koymuş olmasında. Keşke bugünün kriminalleşmiş siyasetini de bu tarzda ele alan polisiyeler yazılsa…

 

 


 

* Görsel: Ahmet İltaş

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.