Tanıtım yazısının başında, kitap eleştiricisi, yazar hakkında bildiklerini, bulduklarını bir paragrafa sığdırır. Ama, birazdan incelemeye yelteneceğim Kambur adlı kitabın 2. sayfasında karşıma çıkan şu cümle yüzünden bunu yapamayacağım: “Şule Gürbüz halen mekanik saat ustası olarak çalışmaktadır.” Cümleyi okuduktan sonra, bu bilginin belki bir hüsnütabir, bir mecaz, bir şakacı bilmece olduğunu düşündünüz. Aklınız sizi nereye götürdüyse orada kalın, ve Şule Gürbüz’ü o gittiğiniz yerden okuyun. Öylesi en zevklisi.
Hepimiz kamburuz
Kambur, gazetede ilanını gördüğü cenazeye gidecektir o gün. Vakit gelene kadar sokaklarda gezer, bize anılarını, kendi felsefesini anlatır. Gideceği cenaze acaba kendi cenazesi midir, katili olduğu kişinin mi?
“Akıl ideale varamayınca, hicve varıyor” diyen Şule Gürbüz’ün, şiirsel bir bilinç akımı ile yazdığı, metne kara mizahı sızdıran keskin zekası sayesinde şu tarif edilemeyen romanlardan biri Kambur. Bir hilkat garibesi delinin günlüğü, rüya defteri, intihar notu, cinayet ihbarı. Ya da anlatıcı kambur bile değil, kamburu gerçek değil, onun yalanlarını okuyoruz ve kandırılıyoruz. Yoksa sanrıları ve sayıklamaları arasında arada bir tesadüfi doğrulara denk gelen bir idiot savant mı bu karakter? Ama biz akıllılar hak veriyoruz ona, kendi görünmez kamburlarımızı sıvazlayarak. Kesin olan tek şey var. Yaşamın anlamsızlığının fark edilmesi sonucu gelen berraklık, deliliğe çok yakın.
Kambur yabanıl, algıları açık, içgüdüsel bir varlık. Güvenilmez ve ürkütücü. Sırtımıza binmiş, bizimle yürüyen karanlık yolcu. Şiddeti hayal ediyor, kendi güçsüzlüğünün kanıtı olarak. Kırılma noktasını çoktan ardında bırakmış, öncesiz bir karakter Kambur. Bilinmeyenleri var hikayesinin, anlatılmayanları. Yazarın anlatmayı seçtiği sahnelerde yaşıyor ve bu bulmaca parçalarına benzeyen sahneler bir araya gelip kırık aynadaki surete benzeyen kübist bir portre oluşturuyor. Paramparça bir bütün. “-Sen kişi misin? - Galiba. - Kaç kişisin? - Bilemiyorum, epey olmalı.”
Bilinç akımıyla yazılmış bir metafor
Bilinç akımının en güzel uygulaması olarak, birbirinden zamansal ve mekansal olarak ayrık olan olayları, ayık tesadüflerle bir araya getirilmiş sözcükler anlatıyor. Hesaplı bir rastgelelik. Sarhoş bir farkındalık. Sylvia Plath’in Sırça Fanus’ta kullandığı şiirsel gerçekçilige benzer bir dil. Zaten Kambur karakterinin pranga gibi ağırlığını hissettiği kambur ve Plath’ın romanınıdaki Esther’in içine hapsolduğunu hissettiği sırça fanus benzer imgeler. Esther’in hikayesi “Derin bir soluk alıp kalbimin eski böbürlenişine kulak verdim. Va-rım. Varım. Va-rım” diye biterken; Kambur’un hikayesi “Şu kontrbası bıçaklama zamanım geldi artık… Ölü var, var, var, var!” diye bitiyor.
Nihilist bir bakış açısından çok, yaşamın anlamsızlığını kabullendikten sonraki olasılıkları sorgulayan kocaman bir metafor Kambur. Her iyi metafor gibi, kitabın dilini yalınlaştırıyor. Şule Gürbüz’ün, söylemek istediğini, laf kalabalığının içine saklamayan, cesur bir anlatımı var. Ancak bu, meramını doğrudan anlatıyor demek değil. "Metin her şeydir ve onun dışında hiçbir şey yoktur." diyen ve nihilist olmakla eleştirilen Derrida’yı şahit göstererek, azıcık kafa çalıştırmasını isteyecek okurdan. Metnine Derrida gibi dekonstrüktif bir biçimde yaklaşmamız ve metaforları çözümlememiz için muzip tuzaklar kuracak.
Kitapta, üslubun bir parçası olacak şekilde beyaz alan kullanılmış. Sözcükler özenle yerleştirilmiş sayfalara. Cümleler, önceden hesaplanmış bir yerde bölünüyor ve diğer sayfaya geçiyor. Bazı sayfalar sadece iki satırlık tek bir cümle barındırıyor. Bu beyaz alanlar anlamın kayboluşunu, düşüncelerin arasındaki ilgisizliği, Kambur’un içinde hissettiği boşluğu, sessizliği, yalnızlığı anlatıyor. Etrafı boşlukla çerçevelenmiş cümleler daha etkili ama bir o kadar da havada asılı, yolunu şaşırmış gibi. Okur için ise soluklanacağı, durup okuduğunun anlamını düşüneceği, mola durakları. Bilinç akımı çok hızlandığında, sığınacak korunak. Müzikteki es gibi okuma ritmini kontrol ediyorlar. Örneğin bir sayfanın son cümlesi “…dönüp yürümeye başladığımda filmlerin finallerinde olduğu gibi, sırtımda sanki THE END yazacaktı” sayfayı çevirdiğimizde söyle devam ediyor: “Dönüp baktım, yazmıyordu. Yaşama devam etmek zorundaydım.” Sayfanın devamı boş.
Defalarca okumalı
Kambur, Şule Gürbüz’ün 1992’de yazdığı ilk romanı. Baskısı tükenmişti ve sadece koyu Şule Gürbüz hayranlarının bildiği, kimselerle paylaşamadıkları gizli, büyülü bir metindi. Şimdi yeniden yayımlandı ve daha çok okurla buluşacak. Büyü, paylaştıkça güçlenecek. Aslında bir kinaye olsa da, “Bu kitap bilmemkaçıncı sayfadaki o sarsakça cümleyi söyleyebilmek için yazılmıştır.” diyerek bir kurt düşürüyor okurun içine Gürbüz. Ara ki bulasın o cümleyi. Sizce hangisi? Defalarca okunmayı talep ediyor bu kitap. Nazik bir talep bu. Kitap kalın değil, uzun değil, ağır değil. Derin sadece. Yaşamınızın neresinde olduğunuza, hangi ruh halinde olduğunuza göre her okumada farklı yorumlayacaksınız. Kaç kere okursanız içinde o kadar farklı bilmece keşfedip yeni yanıtlar vereceksiniz. Nar gibi bir kitap. Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane.
Şule Gürbüz'ün her şeyi öyle,Kambur'u 20 yaşına gelmeden yazıp yayınlatmış,sonra Cambridge'de felsefe okumuş,Türkiye'ye dönünce de mekanik saat tamircisi olmuş.Çok değişik başka türlü biri.Ama yeni kitabı ''zamanın farkında'' da gülle gibi,insanı yine tokatlıyor.
Yeni yorum gönder