“Bu sabah kim olduğumu biliyordum halbuki, ama o zamandan beri birkaç değişim geçirmedim değil.” Lewis Carroll’ın 1865 tarihli klasiği Alice Harikalar Diyarında’nın kahramanı Alice’in sarf ettiği bir cümleden yapılmış, serbest bir çeviri bu. Ne idüğü belirsiz beyaz bir tavşanın ardından giderek vardığı tuhaf alemde, bırakın değişim geçirmeyi, benliği bile metamorfoza uğrayan Alice’in maceralarını bilmeyeniniz yoktur. Alice en az insanlar kadar kanlı canlı hayvanların ve nesnelerin dünyasında, kendisini türlü çatışmaların içinde bulur. Edebiyat tarihinin en meşhur “edebi saçmalık” metinlerinden biri olan eser, çocuklara ve yetişkinlere, popüler kültüre ve psikolojiye, kısacası türlü kültür ve bilim alanlarına ilham vermeye devam ediyor. Kitabın felsefi sorulara zemin sağlaması, bu durumun nedeni olabilir. Ne var ki tüm felsefi zeminler ve “edebi saçmalıklar”, insanın gündelik çatışmalarının birer izdüşümü değil midir aslında? Alice Harikalar Diyarında her şeyden önce bir büyüme öyküsü, edebi söyleyişle bir “bildungsroman”.
İstanbullu Alis Çeşnici de ortaokul mezuniyetinden sonra aynı Alis olmayacaktır artık. Mahşerin Dört Atlısı, Ha Hayat Ha Edebiyat adlı deneme kitaplarından, editörlüğü ve çevirmenliği ile tanıdığımız İshak Reyna’nın yazdığı Alis Çeşnici Tuşlar Diyarında da bir bildungsroman. Liseye giriş sınavlarının sonucunu bekleyen, önündeki hayata dair planlar yapan, ailesi, öğretmenleri ve arkadaşlarıyla olan ilişkilerinde denge kurmaya, bir yandan kilo vermeye, bir yandan da ilk romanını yazmaya çalışan Alis’in yaz tatilinde nasıl büyüdüğünü konu edinen bir roman. Alis, Carroll’ın Alice’i gibi acayip mahlukat ve garip hadiselerle uğraşmıyor belki ama onun büyüme serüveni de kendine göre hayli çetin çatışmalarla geçiyor.Tahmin etmesi zor değil, en sevdiği kitaplardan biri Alice Harikalar Diyarında ve o diyarın imgelemi rüyalarını süslüyor, hayal gücünü şahlandırıyor, onu dış dünyaya karşı duyarlılıkta bir adım öne çıkarıyor. Duyarlılıktan nasibini fazlaca alanların büyüme mücadelesi Alice ve Alis örneklerinde olduğu gibi her zaman daha meydan okuyan nitelikte oluyor.
Sınavdan sınava, dershaneden, okula, okuldan özel derse koşturmak zorunda kaldıkları bir eğitim sisteminde, gençlerin kaygıyla başetmeleri gerekirken, kendilerini bulmaları çok daha zor. Üstelik Alis Çeşnici yazma “belasına” bulaşıyor ve öğrencileri ile mezunlarını “Neyle neyi karşılaştırıyorsunuz?” sorusuna maruz bırakan, karşılaştırmalı edebiyat bölümünde okumak istiyor. Ermeni bir ailenin kızı olarak farklı olmaya aşina, ama bu aşinalık hoşlandığı çocuğun Ermeni olmadığı öğrenildiğinde yaşayacağı sıkıntıları düşünmesine, “mama”sı ve diğer aile fertlerinin göstereceği tepkiyi erkenden dert edinmesine mani olmuyor. Genç kızların incecik bir vücuda sahip olabilmek için bulimiya nevrozlarına girdikleri bir güzellik çağında, kilosu da başına dert çünkü mevcut estetik ölçütlerine aykırı bir görünüm sergiliyor. Ailesinin mesleği çeşnicilik olduğu için diyet yapabilmek için ekstra irade göstermesi gerekiyor.
Alis’in başındaki dertleri görüp de acıklı bir büyüme romanıyla karşı karşıya olduğumuzu düşünmeyin; çünkü İshak Reyna gerek Alis’in içinde bulunduğu durumlara gerekse Alis’in dünyaya bakışına tatlı bir mizah yerleştirmiş. Alis’in birinci tekil kullanarak yazdığı romanın bizzat kendisini okuyor oluşumuz başlı başına bir oyunken, biz okuyucu olarak onun harikalar diyarına yolculuk ediyor, romanını yazma serüvenine adım adım tanıklık ediyoruz. Alis, o yaşlardaki gençlerin çoğunda görebileceğimiz bir şekilde, kendi dünyasındaki her tür gerçekliğe bizi de davet ediyor ve ergenliğin en olağan hallerini önümüze seriyor. Alis Kurtuluş’ta, Kabataş’ta, ada vapurunda, Büyükada sokaklarında uyku mahmurluğuyla bir yerlere yetişmeye çalışırken, Alice’in cep saatli beyaz tavşanın peşinde koşturmasına benzer bir şekilde, 24 dizisinin etkisini bırakan eş zamanlı bir algı yaratıyor.
İshak Reyna’nın bir tür üst kurmaca hamlesiyle, Alis klavyesinin tuşlarına bastıkça vücut bulan, bu telaşlı ve eğlenceli yolculuk, bizi Alis’in rüyalarındaki fantastik Tuşlar Diyarı’na götürürken, günümüz dünyasından da koparmıyor. Kıvanç Tatlıtuğ’u beğenmeyen ve yeni dizisini merakla beklemeyen bir genç kız düşünebiliyor musunuz? Tatlıtuğ’un Orhan Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğulları’ndan uyarlanacak yeni bir dizide başrol oynayacağı söylentisi, romandaki kızların edebiyat eğilimlerini Pamuk’a yöneltiyor. Annelerin ya da ninelerin soydukları meyveler eşliğinde izlenen televizyon programları Alis’in gündelik yaşamını da “çeşnilendiriyor”. Televizyon etkilerini gündelik yaşamında göstermekle kalmıyor, halihazırda zengin olan bilinçaltını da etkileyerek Tuşlar Diyarı’na fünikülerle yaptığı rüya ziyaretlere de renk katıyor.
Türkiye’de ilk gençlik edebiyatı —ve maalesef çocuk edebiyatı alanında üretilen eserlerde başlıca sorun, genç kahramanın dünyayı algılayış biçiminin, dilinin ve eylemlerinin kati surette doğallığı yakalayamamasıdır. Karakterlerin duruşu mutlaka bir yetişkinin algı süzgecinden geçer, ya da doğrudan yetişkinin personasını yansıtır. İshak Reyna Alis Çeşnici Tuşlar Diyarında ile bu talihsiz durumu ustalıkla bertaraf ediyor. Lise çağına gelmiş bir kızın karakterini her yönüyle, kanlı canlı sunuyor bizlere. Alis Çeşnici, büyümek yeterince zor değilmiş gibi, bir de yazmaya kalkışıyor ve bizlerle paylaştığı blog-romanı iki alanda verdiği mücadelenin de belgesi haline geliyor. Jane Austen bir zamanlar, bir mektubunda, ancak kendisinin iyi bildiği bir dünyayı anlatabileceğini söylüyordu, ilk bakışta alçakgönüllülük gibi görünen bir ifadeyle. “Zaten en zoru başlamaktır,” dedirttiği Alis’e roman yazdıran Reyna, küçük ve sıradan görünen hayatların yazı yoluyla büyükleşeceğine dair, yerinde bir telkinde bulunuyor. Belki de yazmanın insanı büyüteceğine dair bir telkinde...
* Görsel: Maurice Mbikayi
Yeni yorum gönder