Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Altta ağır aksak Ankara, üstte velveleli hüzün



Toplam oy: 717
Giray Kemer
İletişim Yayıncılık
Giray Kemer metnin ritmini eşlikçi şarkılarla tutturmayı seviyor, ilk kitabından aşinayız. Bu romanda “ses veriyorum”u bir motif olarak kullanması ve anlatının içinde yer verdiği şarkılarla yazdığı metnin ritmini tutturma çabası şahane!

Ankara’da bir teras. Bir avukat, bir de Burak. Arkadaşlar, sevgililer, bazen rakı bazen bira, yıldızlar, terasın üzerinden meclise doğru uçan kırlangıçlar, pişmanlık, güzel filmler ve müzikler, aşk, leziz yemekler, ihanet, ayrılık, hergelelik, vicdan azabı ve futbol. Tabii bir de avukatın dedesi. Konu bilindik; uzadıkça tavsayan bir aşk, kaçınılmaz ihanet ve kahramanın yakasından bir türlü düşmeyen yenilgi hissi.

Ses Veriyorum’un belkemiği, avukat ve Burak’ın günlük hasbıhâli. Eve getirilen yeni sevgililer için pişirilen yemeklerin, iki bekar serseri için fazla lüks sayılabilecek kahvaltı sofralarının, can sıkıntısının evden dışarı çıkmayı imkansız kıldığı günlerde seyredilen filmlerin, birer yarım kokoreçle birlikte paylaşılan midye tavanın eşlikçisi gündelik sohbetleri anlatısı için bir iskelet gibi kullanan Giray Kemer, asıl hikayeyi avukatın hatırladıkları ve Burak’a anlattıkları yoluyla kurmayı seçmiş. Tıpkı ilk kitabı Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı’da olduğu gibi gündelik dille, basit, süssüz püssüz cümlelerle kurmuş anlatısını. Altta ağır aksak Ankara, üstte velveleli hüzün.

“Çok tanımıyorum aslında dedemi. Hatırladıklarım hep çocukluk döneminden. Yani çoğu gerçekten oldu mu, ben mi uyduruyorum ondan bile emin değilim.”

Adını bile öğrenemediğimiz avukat anlatıcı, anlattığı anılardan mürekkep. Hem Burak’la ilişkisine dair; hem hakkında pek bir şey bilmediğimiz, hikayede bir silüet halinde beliren ama bütün anlatı boyunca varlığını ve gerilimi hissettiren eski sevgiliye dair, hem de çocukluğuna – bilhassa dedesine- dair anlattığı bölük pörçük anı parçalarından öğrenebildiğimiz kadar tanıyoruz avukatı. Dede figürüyle tasvir edilen ve derinleştirilen avukat karakteri fazla karikatür kalabilirdi, ama Giray Kemer bu marazî dede-torun ilişkisinin yansımalarını yalnızca anılarda değil anlatının ana zamanında da avukat’ın tepkilerini belirleyen bir dinamik olarak –"Ben de güldüm. Dedemden bahsettim." - hikayeye dahil edip anlatının ve karakterin gerçekliğini korumayı becermiş. Hakkında hem çok şey hem de hiçbir şey bilmediğimiz, tam romanın atmosferinin gerektirdiği gibi bazen silik bazen sivri bir karakter avukat, ne eksik, ne de fazla.


Okurun sevdiği karşılaşmalar


“Boksör bir arkadaşım vardı. Ona çok benziyorsunuz.”

Daha ilk sayfada, avukat ve Burak’ın tanışma hikayesinde bizi ilk kitabına gönderiyor Giray Kemer. Biz bu Burak’ı bir yerlerden hatırlıyor olabilir miyiz acaba? Elbette hatırlıyoruz. Meğer boksör arkadaşı evden çekip gidince tek başına kira ve faturaların üstesinden gelememiş Burak, bu kitapta avukatın ev arkadaşı olarak çıkıyor karşımıza. Hatta bazen ilk kitapta boksörün anlattığı bir hikayeyi bu romanda bir de Burak’ın ağzından dinliyoruz. Anlatının gidişatını ve ritmini bozmadığı sürece, bunlar hem yazarın hem de dikkatli okurun sevdiği karşılaşmalar bunlar, ama dengesini tutturmak mühim. Örneğin ilk kitapta boksörü evinden kovan mimar kadının hikayesini burada bir de Burak’tan dinlemenin ne bu romana ne de okura bir katkısı var.


Gelelim asıl meseleye. Giray Kemer metnin ritmini eşlikçi şarkılarla tutturmayı seviyor, ilk kitabından aşinayız. Bu romanda “ses veriyorum”u bir motif olarak kullanması ve anlatının içinde yer verdiği şarkılarla yazdığı metnin ritmini tutturma çabası şahane! Okurken kafanızda dönmeye başlıyor şarkı, roman da usul usul akıp gidiyor, daha ne olsun. Fakat hafıza denen nane pek öyle çalışmıyor. Yazarın kafasında anlatıyla birebir örtüşen ve hikayedeki duygu durumuna denk gelen, ses vererek, ritmini, usulünü belirlediği metne eşlik etmesi için uygun gördüğü şarkı sizin için bambaşka bir şey ifade edebiliyor. Bu da anlatının ritminin bozulmasına, kurgunun gerçekliğinin kırılmasına yol açıyor. Gerçi Giray Kemer, “ses veriyorum” derken savunmasını da düşünmüş. Burak’ın “Zaten her hikâyenin kendi melodisi vardır,” diye başlayıp “Ben de o yüzden önceden ses veriyorum ki kafanızda onunla beraber düşünün,” diye bitirdiği monoloğu avukat göğsünde yumuşatıp vuruyor voleyi: “Madem hayal gücüne ve zihnin her detayına bu denli saygı duyuyorsun ne demeye sınırlıyorsun beni tek bir şarkıyla.”

Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı’yı okuduğumda aklımda kalan cümlelerden biriydi, “Okuduğum romanları şarkılaştırmayı severim.” Giray Kemer’in affına sığınarak bu oyunu ödünç alıyor ve Ses Veriyorum için bir şarkı seçiyorum: Kader diyemezsin sen kendin ettin.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Onur Aşkın

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.