Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Amanvermez Avni’den Süreyya Sami’ye



Toplam oy: 1044
Barış Uygur
İletişim Yayınevi
Sessiz ve sedasız, hatta buruk ve hüzünlü bir son. Ancak hiç de sönük değil. Hayatın içinden seçilmiş bir hikayenin Holywood filmlerin andıran bir sonla noktalanması bu romana ve roman kahramanına doğrusu hiç yakışmazdı.

Barış Uygur’un ilk romanı Feriköy Mezarlığı’nda Randevu, adından da kolayca anlaşılacağı gibi, polisiye tarzında yazılmış. Her ne kadar roman kariyerine bu romanıyla adım atsa da Barış Uygur yazmak konusunda deneyimli bir isim. 1978 Eskişehir doğumlu Uygur’u 1996 yılından bu yana Pişmiş Kelle, Gırgır ve Alarm dergilerinde yazdığı haftalık mizah yazılarından tanıyoruz. Halen Uykusuz dergisine yazılarıyla katkıda bulunuyor. Feriköy Mezarlığı’nda Randevu'nun ilk bölümlerinin 2004 yılında Otium internet sitesinde tefrika olarak yayımlandığını ve Barış Uygur’un karizmatik değilse bile sevimli roman kahramanı Süreyya Sami’nin maceralarını sürdürmek niyetinde olduğunu da ekleyelim.

 

Oyun içinde oyun

 

Kahramanımız Süreyya Sami demiştik. Babasının meslek sahibi olması için polis kolejine yazdırdığı, ardından polis akademisini bitiren ama kişiliğine hiç oturmayan mesleğine bir türlü ısınamayan Süreyya, 8 yıllık mecburi hizmetini tamamladıktan sonra meslekten ayrılmış. Yaklaşık 30’lu yaşlarını süren, yakışıklı sayılabilecek bir adam. Anne ve babasını kaybetmiş. Zeytinburnu’nda onlardan miras kalan evde oturuyor. Mahalle berberi, bakkalı, kapı komşuları dışında pek bir arkadaşı da yok. Kısacası ne mali durumu ne özel hayatı hiç iç açıcı değil.

 

Meslekten ayrılmış ama mali durumunu toparlayamamış. Duvar kağıdı döşemesinden tutun da tesisatçılığa kadar elinden her iş gelen, ekmeğini zaman zaman komisyonculuk ya da boya badana işlerinden kazanan kahramanımız kırk yılın başı birilerinin başı derde girdiğinde dedektiflik rolüne de soyunuyor. Elbette detektiflik yasal bir meslek değil. Bu nedenle bürosu yok. Ama teşkilattaki eski ilişkileri sayesinde özellikle kayıp vakalarını sonuçlandırmakta başarılı.

 

Politikayla ilgilenmiyor, daha doğrusu gözü bazı konulara tamamiyle kapalı. Günlük gazete okumak yerine halk kütüphanelerinde eski gazete arşivlerine göz gezdirmeyi, çok ağıra kaçmamak şartıyla roman okumayı seviyor. Bu maceradaki güzel kadının tavsiye ettiği filmi izlemek içn teknolojiyle yakınlaşması, yeni çıkan DVD cihazlarından satın alması, sonraki maceralarında Süreyya Sami’nin iyi bir film izleyici olacağının habercisi… Aslında teknolojiye uzak; cep telefonu kullanmıyor, bilgisayarlardan hiç anlamıyor. 2002 yılında yeni yeni yaygınlaşan bu teknolojik araçlardan yararlanmak için gençten bir arkadaşının -Fikret’in- yardımına başvurmak zorunda.

 

Edebiyatımızn bu yeni detektifiyle artık tanıştık. Sözü uzatmadan bu ilk macerasının başlangıcına gidelim. Hikaye genç, güzel ve kocası sayesinde zengin bir kadın olan Deniz Cengiz Deren’in, kocası 2002 Dünya Kupası’nda Türkiye–Senegal çeyrek final maçını seyrederken alışveriş için evden çıkıp geri dönmemesiyle başlıyor. Kadının kocası tanınmış spor yazarı Kemal Deren polisi gitmek karısının hayatını tehlikeye atacağı için Süreyya Sami’nin kapısını çalıyor ve sevgili karısının bulunmasını istiyor. Ücret dolgun, Deniz Deren kaçırılmış mı yoksa evi terk edip gitmiş mi anlamak zor.

 

Son göründüğü saatte Doğan görünümlü bir Şahin’e binip gitmesi kadının tarzına hiç yakışmadığından, Süreyya Sami olayın bir kaçırılma vakası olabileceğini düşünür ve işe koyulur. Ancak Kemal Deren’in karısı hakkında verdiği bilgiler son derece yetersizdir. Sadece kadının ailesi ile hiç görüşmediği ve pek azı arkadaşı olduğu bilgisini edinir Süreyya Sami. Deniz’in en yakın arkadaşı EmelYunak’la görüşmeye gittiğinde ise kadının güzelliği ve gösterdiği yakın ilgi karşısında şaşkınlığa düşecek, ilk randevusuna giderken acemi bir aşık gibi heyecanlanacaktır.

 

Süreyya Sami birkaç ufak ipucunu ve Fikret’in cep telefonu istasyonlarından elde ettiği birkaç bilgi kırıntısını değerlendirdiğinde olayın çözümüne yönelik büyük bir adım atar. Deniz hakkındaki sırlar aralanmış, kadının –tahimin etmekte hiç zorlanmadığımız- karanlık geçmişi ve kaçırılma vakası büyük oranda aydınlanmıştır. Düğüm bir gece vaktı Feriköy Mezarlığı’nda çözülecektir…

 

Polisiye Parodisi

 

Feriköy Mezarlığı’ndaki final roman adının çağrıştırdığı kanlı, gerilimli sahnelerden hiç birini barındırmıyor. Eğer Mayk Hammer olsaydı mutlaka 45’liğini konuşturur, “elveda bebek” tarzında bir şeyler gevelerdi. Süreyya ise kırık dökük duygularla kapatacaktır bu macerayı. Sessiz ve sedasız, hatta buruk ve hüzünlü bir son. Ancak hiç de sönük değil. Hayatın içinden seçilmiş bir hikayenin Holywood filmlerin andıran bir sonla noktalanması bu romana ve roman kahramanına doğrusu hiç yakışmazdı. Feriköy Mezarlığı’nda Randevu aman vermez detektiflerin, şiddetin, ölümün kol gezdiği -yazılı ve görüntülü- “sert” dizilerin tersine bir yol zliyor. Daha doğru bir tanımla o tarz polisiyelerin parodisini yapıyor.

 

Romanın parodik yapısı için hikayesini ve kahramanını sözünü ettiğim sert polisiyeler ve detektifleriyle karşılaştırabiliriz. Ama o işe kalkışmak yerine roman kahramanımızın ismine bakmak bile yeterli olabilir. Zaten Süreyya Sami ismini polisiyeseverler çoktan hatırlamıştır. Barış Uygur Osmanlı döneminin ünlü polisiye yazarı, Amanvermez Avni’nin yaratıcısı Ebüssüreyye Sami’den almış kahramanın ismini. Hem ustaya uzaktan bir selam çakmış hem de romanın tüketilebilirliğinin şifresini vermiş. Gerçekten de Feriköy Mezarlığı’nda Randevu'yu elime aldığımda hiç şaşırmadım. Polisiye kurgusunu mizah gücüyle zenginleştiren, anlattığı çok gerçekçi ve sade hikayesiyle benzerlerindeki zorlama gerilim öğesinin beyhudeliğini açığa çıkaran Uygur, hikaeye ve toplumsal hayata denk düşen bir detektif tiplemesi çizmiş.

 

Hikaye gazetelerin 3. sayfa haberlerine yakışan bir kayıp olayı etrafında gelişiyor. Biliyoruz ki bu haberlerin muammaları pek çetrefilli değildir. Olayların nedeni ya paradır, ya aşk ya da kıskançlık… Çözümü içinse akıl yormaya, Sam Spade ya da Mayk Hammer taklidi “hard-boiled” çağından çıkıp gelmiş detektiflere ihtiyaç yoktur. Doğrusunu isterseniz hayatın her alanının kriminalleştiği bir ülkede cinayeti oyun haline getiren polisiye romanlara da ihtiyaç yoktur…

 

İşte böyle bir fikriyattan hareketle, polisiye edebiyatın karizmatik yalnız kurtlarının yerine detektif rolünü sinik, çenesi düşük, “looser” diyebileceğimiz Süreyya Sami’ye vermiş Uygur. Özel detektifin gözü takip ettiği olaydan çok içinde yaşadığı hayatın/toplumun ayrıntılarını didikliyor. Arka planına ise 2002 yılının karakteristik olaylarını yerleştirmiş. Poltikayla, güncel olaylarla ilgilenmediğini söylemekle birlikte, Süreyya Sami bilip de bilmezen gelme sanatını icra ederek, gözlemlerini ve yorumlarını sıradan bir vatandaş bakış açısıyla yapmaya çalışıyor. Eleştiriler satır aralarında. Detektifin merceğinden Sosyal Sigortalar Kurumu’nun işleyişinden adalet mekanizmasına, polis teşkilatının eğitimiyle,sorgulamasıyla, kötü muamelesiyle içler acısı halinden futbol dünyasındaki çirkinliklere, rüşvet müeessesinin yaygınlığından adalet mekanizmasının arızalarına, fuhuşa, yozlaşmaya temas ediyoruz. Bu toplumda yaşayan herkes gibi Süreyya Sami
de kirlikten kendi payına düşeni almış bir roman kahramanı. Ancak yine de kendine göre bir vicdanı ve ahlakı var. Sonunda köşeyi dönmeyi kendine yediremeyecek ve bildiği yolda yürümeyi sürdürecektir…

 

 

Sonuçta Feriköy Mezarlığı’nda Randevu'yu sevdiğimi söyleyebilirim. Kuşkusuz eksikler de var; serinin devamında belki yazara faydası dokunur düşüncesiyle göze değen ufak tefek kusurları da sıralayalım.

 

En önemlisi hikayenin yapısıyla ilgili; 172 sayfalık kısa bir romanda az sayıda insan tipi ile yapılan kurgu olayı detektiften önce çözmemize neden oluyor. Her ne kadar roman muamma üzerine kurulmamış, parodik bir yapı gözetilmiş olsa bile Kemal Deen, Deniz Cengiz Deren, Emel Yunak, Bar işletmecisi Orkan ve Süreyya’nın yardımcısı Fikret’ten kurulu kadro böyle bir hikayeyi taşımak için çok yetersiz. Öyle ki, isimlerinin geçtiği cümle sayısı göz alındığında mahalle bakkalı ve mahalle berberi bile istatistiksel açıdan roman karakteri sayılabilir.

 

Bir diğer eleştiri uzun cümle yapılarının zaman zaman ifade bozukluğu yaratması. Mesela olmak sözcüğünden türemiş pek çok sözcüğü barındıran şöyle bir cümle; “Ama şüphesiz ki herhangi bir şey olmadığım, olamadığım gibi istatisikçi de değilim ve sayılarla başım oldum olası dertte olduğu için hiç anlamadığım bu konulara girmesem sanırım daha mantıklı olur.”

 

Barış Uygur’un bu türden aksaklıkları kolayca gidereceğinden ve Süreyya Sami’nin bundan sonraki maceralarının daha başarılı olacağından hiç kuşkum yok.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.