Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Baba, oğul, kutsal kuyu



Toplam oy: 870
Ali Bahtiyari
Koton Kitap
Ali Bahtiyari’nin ilk kitabı “Bozuk Pusula” öfkesiyle ve öfkeyle kendini arayan erkek kahramanlardan oluşuyor.

Öfkeyle büyüyen çocuklar büyüdükçe kendilerini hep bir taraflarından çürütmeyi öğrenirler. Siz büyürken biri sizi tam manasıyla koşulsuz şartsız sevmediyse, sizin büyürken önce kendinizi sonra birini sevmeniz git gide zorlaşır. Sevmeyen sevilmeyen insan bayağılaşır, çürür. Çok sevmeyi öğrenseniz dahi sevilmeyi öğrenemediğinizden ve sevildiğinizi anlayamadığınızdan kırılganlığınızı öfkenizle saklamaya çalışır durursunuz. Yani öfkeyle büyüyen çocuklar kendi kendilerini sırtlarında taşımaktan kamburdurlar.


Koton Yayıncılık tarafından yayınlanan Ali Bahtiyari’nin ilk kitabı Bozuk Pusula öfkesiyle ve öfkeyle kendini arayan erkek kahramanlardan oluşuyor. Bir sarmal misali herkes birbirinin hayatına bir yerden değiyor. Bir ömür deşifre edilmemiş hikâyelerle geçiyor. Kırk tilki var ortalıkta dolaşan kırkının kuyruğu da birbirine değiyor. Hepsinin içerisinde iyilikler ve kötülükler kendi kendilerini yok ediyor. Sonunda bir sıfır elde edeceğinizi düşünürken aslında her şeyin daha yeni başladığını görüyorsunuz.


Kaç sene yaşarsanız yaşayın kendinize dair öğrenmeniz gereken şeyleri ölürken öğrenseniz dahi o an değişir ve başka birisi olarak gözlerinizi kapatırsınız hayata. Bozuk Pusula’nın kahramanları arasında hikâyeleri bilenlerin bilmeyenleri uzun süre farkettirmeden korumasına tanıklık ediyorsunuz okurken. Suçun ve kötülüğün her hikâyenin içerisinden çıktığını görseniz dahi korumanın ve kollamanın da her anda olduğunu okuyorsunuz. Bazı erkeklerin bazı babaların ve bolca sarsıntıların romanı Bozuk Pusula, her anında kendisiyle, hayatla, geçmişle ve babasıyla hesaplaşan adamların hikâyeleri. 


Önce kahramanların kendi hikâyelerini ve varoluşlarını tek tek anlatılıyor Ali Bahtiyari, bütün bunlar nereye bağlanacak diye düşünürken bir anda herkesin hayatının birbirinin içerisinde olduğunu keşfediyorsunuz. Kim kimin nesiydi neyi oldu diye düşünürken buluyorsunuz kendinizi. Yazar, kendi elleriyle kurduğu ve yola çıkardığı trenin lokomotiflerini adeta tek tek patlatıyor ve bunu yüzünde bir dehşet ifadesiyle değil büyük bir keyifle yapıyor. Yarattığı kaosun içerisinde bütün kahramanların gerçekliklerini ortaya döküyor.

Geçmişi unutma, affetme ve onarma ihtimali


Osta, İlas, Panyeri, Hieras, Kanasta, Rubeni isimleriyle müstesna olan bu beş erkeğin etrafında elbette aşk ve kadınlar da var. Umutsuzluğun her daim etraflarında dolaştığı bu adamlar için başka bir dünyanın kapısından geçebilme ihtimali olarak orada duran kiminin Çürümenin Kitabı’ndaki aşk tarifleriyle kendini ifade ettiği kiminin aşkın içerisinde kendisinden adeta bir Shakespeare yarattığı bir umut kadınlar. Kendini ve geçmişi unutma, affetme ve onarma ihtimali olan kavuşulamayan aşklar başka öfkelerin yaratılmasına da neden olmuş kahramanlar tarafından.


Bozuk Pusula
, insana kendini kaç yaşından itibaren kendini sevmeye başladığını düşündürüyor. Dönüp hatırladığınız ilk çocukluk anınızın içerisinde bir yerde hayatınız boyunca taşıyacağınız bir kırgınlığınız varsa orayı neyle ve nasıl kapatabilirsiniz bilmiyorum. Yalnızlıklarıyla baş etmeye çalışan ve onunla büyümeyi öğrenen çocukların büyüdüklerinde merhametli olmalarını nasıl bekleyebiliriz bunu da bilmiyorum. Osta’nın, İlas’ın, Panyeri’nin, Hieras’ın, Rubeni’nin ve Kanasta’nın içlerine doğdukları ve sonrasında da kendilerine yarattıkları yalnızlıkların içerisinde kendi varoluşlarını koruma biçimleri aslında vazgeçmek. Babaları tarafından bir şekilde vazgeçilen erkek çocuklarının kendilerinin de bazen ömürleri boyunca bazen başlarına bir şey gelene kadar vazgeçtikleri hikâyeleri.

 


Bir babayla oğul birbirini sürekli aynı masaya denk gelmelerine rağmen yıllar sonra tanırsa ne olur? Bir babayla oğulun arasında baba ölürken bütün yollar kapanabilir mi? Bir insan yeryüzünde gerçekten tek başınaysa öfke dışında hangi duyguyla hayatta kalabilir? Mutlu ve şanslı doğmadıysanız, kendi mutluluğunuzu ve şansınızı yaratabilir misiniz? Yoksa kabul edip devam edebilir misiniz? Bu adamların hikâyeleri bu sorulara cevaplar arıyor kendi içerisinde, herkes önce kendini sonra karşısında duranı atıyor cevapların bulunmaya çalıştığı kuyunun içine.


Bozuk Pusula
’nın içerisinde evden kaçmak özgürlüğe adım atmak değil, baba tarafından mahvedilen bir ilk gençliğin sonrasının korunma altına alınması demek. Babayı ve anneyi hiç tanımadan kaybetmek ben tek, dünya kocaman ve biz hep karşı karşıya kalıyoruz demek. Her daim karşında oturan insanın senin hayatını alt üst etmemek için hakkında bildiklerini anlatmaması, seni kendinden bile koruması demek. Alışkın olduğumuz ve bildiğimiz yorumlama biçiminden uzakta Bozuk Pusula hikâyelerini öfkeyle tanımların herkes tarafından kendince yorumlanmasını anlatıyor.


Kitabı okurken aklımın içerisinde Sting’in Fragile şarkısı çalıyordu durmadan. Şarkının sonunda Sting’in dediği gibi “öfkeli bir yıldızın altında doğan biz insanlar, ne denli kırılgan olduğumuzu unutmayalım diye” uyandığınızda yatağınızın başucunda bulduğunuz bir vahiy misali. Kendi gerçekliğiyle dünya arasında bir yerde duran varoluşuna kendince kılıflar bulabilen erkeklerin bir anda o boşluktan aşağıya hızla düşmelerini seyretmek gibi bir roman Bozuk Pusula, herkesin kendini bir şekilde ifşa etmesi gereken. Sonu bir uçurumun orta yerinde havada duruyor romanın bir yerlerden bir devamı çıkıp gelecekmiş gibi hissediyor insan, böyle bitmemeli bir yerlerde mutlu bir şeyler olmalı mutlaka insan başına gelen şeylerin toplamı olabilir elbette ama başına gelenlerden sonra nasıl devam ettiğidir asıl hikâye.

 

 

 


 

 

 

 

Görsel: Tolga Tarhan

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.