Gezi, ülkedeki taşları yerinden oynatan geniş çaplı bir toplumsal hareket olarak, uzun süre herkesten ve her şeyden rol çaldı. Gezi Parkı geldi ve hayatımızın ortasındaki kırmızı bir düğmeye bastı sanki; bayram sabahında bir aile kahvaltısında da, bindiğimiz takside de, uzun süredir iple çektiğimiz tatilde denize karşı uzanmış yatarken de, hastamızı beklediğimiz hastanenin bahçesinde de başka konu konuşamaz, düşünemez olduk. Etkisinin azalarak yok olmayacağını dilediğim bu mühim olayın üzerine yazacak, konuşacak, düşünecek şeylerimiz kuvvetle muhtemel yıllarca da bitmeyecek. Belki tozu yere inince başka şeyler görünür olacak. Başka farkındalıklar ortaya çıkacak. Mesele demlendikçe başka başka kapılar açacak kafamızın içinde. Henüz dumanı üzerinde olan, yaşadığımız, şahit olduğumuz nice olay soğuyunca başka realitelere dönüşecek. Ama şimdiden üzerine düşündüğümüz, çıkarımlar yapmaya giriştiğimiz, akademik çalışmalara konu olmaya dahi başlanmış bir fenomen Gezi.
Çok değil sadece üç ayda bile Gezi hakkında ciddi oranda kalem oynatıldı. Gezi ve onun memlekette tetiklediği olaylar, kendiliğinden bir kültürel birikim yarattı. Kendi dilini, kendi iletişim şekillerini oluşturdu. Bu birikimin doğrudan politik bağlamda yazılıp çizildiği de oldu, romantik süreçlere varana dek insan hayatının en merkezindeki konularla da alakalı olarak gündeme geldiği de. Çoğu dergi Gezi’ye özel hazırladıkları sayılarla arşivlerimizde yerini aldı. Müzisyenler Gezi’den feyzle şarkılar yaptı. Gezi’ye özel video klipler hazırlandı. Görsel koleksiyonlar oluşturuldu. Kitaplar yazıldı. Belgesel ya da kurmaca filmler için apar topar kollar sıvandı. Genel olarak baktığımda, pek çoğu için erken davranıldığını, ortada böyle bir “malzeme” varken bundan bir an evvel "faydalanma" eğiliminin yaygın olduğunu düşünüyorum. Bu eğilim daha yetkin kitapların ya da filmlerin yapılmasına engel olacak. Yine de böylesi bir toplumsal olayın son sürat kendi popüler kültürünü yaratması pek önüne geçilebilecek bir şey değil. Emek verilmiş, zamana yayılmış, ince elenip sık dokunmuş, popüler söylemden kendini sıyırıp kendi sözünü söylemeyi başarmış kıymetli çalışmalar, bu hengameden sıyrılıp yarına kalacak ve birer referans eser olarak gelecekte sık sık geri dönülmeyi hak edecekler nasılsa. Bu konuda zamana ve onun iyiyi kötüyü itinayla ayıklayan ellerine fena şekilde güveniyorum. Gezi sürecinde apar topar hazırlanıp aniden raflarda yerini alan kitapların da “coffee table book” kategorisinden öteye geçemeyeceği gün gibi ortada…
Bu süreçte yarına kalacağını düşündüğüm kitaplardan biri, editoryal maharetine her zaman güvendiğim Notos Kitap'tan çıkan Sokaktaki İnsanın TC Sözlüğü… Akdoğan Özkan’ın hazırladığı, 800 civarında sözcükten oluşan bu sözlük, Türkiye Cumhuriyeti’nin ağırlıklı olarak son çeyrek yüzyılına damgasını vurmuş önemli bazı olay ve olgulara mizahi olduğu kadar politik bir gözle bakıyor. Sözlüğe seçilmiş kelimeler, gündelik hayattan iş dünyasına, kadın-erkek ilişkilerinden Gezi'ye kadar geniş bir alandan toparlanmış. Gezi'yle başka bir anlam kazanan “sokaktaki insan” kavramından hareketle hazırlanan kitap, sokakta esen yeni rüzgarlarla şekillenen, değişen, dönüşen “yeni” bir insandan ve bu insanın ülkeyi anlama ve anlamlandırma çabasıyla yarattığı “yeni” dilden söz ediyor. Akdoğan Özkan “Sokaktaki İnsanın TC Sözlüğü, bu çabaya kendi kelimelerimle az da olsa katkıda bulunmak, bu ülkede olup bitenlerin –günümüz moda tabiriyle– ‘şifreleri kırmak’ için yazıldı,” diyor. Bu çalışmanın sübjektif bir yönü olduğunu da inkar etmiyor: "Sokaktaki İnsanın TC Sözlüğü, yaşayıp gördüklerimden, duyup okuduklarımdan şu tarih itibarıyla benim süzüp damıttığım, öznel ve tabii ister istemez ideolojik (!) bir çaba.”
Sözlük, bildiğimiz sözlüklerden farklı. Alfabetik olarak sıralanmış kelimeler, bu ülkede yakın zamanda olan bitenler ve onların hatırlattıkları aslında. Karşılarında yazan da onların anlamından çok, bu olayların kalbimizde, zihnimizde ve dolayısıyla dilimizde bıraktığı acı tortunun ifadesi. Çoğu kelimenin açıklamasından sonra bir de oradaki duyguyu pekiştiren bir alıntıya yer verilmiş. Bu bağlamda, Özkan’ın da dediği gibi, ziyadesiyle ideolojik ve bu yüzden tarihsel açıdan da mühim bir çalışma Sokaktaki İnsanın TC Sözlüğü.
Gündelik dilin ve beraberinde sözlüklerin resmi ideolojinin kaygılarına göre manipüle edildiği, dilin “temiz” olmaya zorlandığı, kelimelerin ve karşılık geldikleri anlamların yandaş olmaya yüz tuttuğu bir ülkede, buna karşı duran, kendi muhalif dilini yaratan, ona sahip çıkan, kelimelerin karşılık geldiği gerçekleri görmezden gelmeyip de onları hiç ama hiç unutmayalım diye her fırsatta yüzümüze vuran her çaba başımın tacı. Sokaktaki İnsanın TC Sözlüğü bu anlamda yükselişe geçen muhalif sese çok şahane çanak tutuyor. Sık sık başvurmalı, unutmaya teşvik edildiğimiz her şeyi aklımızda taze tutmalı.
almancada 'ç' sesini çıkarmak için -tsch harfleri bu sırayla kullanılır. yani ich tschapuliere diye yazarsak karşımızdaki almandan tam istediğimiz sesi duyarız. ich chapulire yazarsak büyük ihtimal karşılığı ih 'c'apulierı olacaktır. bu gereksiz yorumu yaptıktan sonra sözlüğün ilgi çekici olduğunu da söyleyebilirim.
Yeni yorum gönder