Taş Kavşak, babasının kim olduğunu bilmeyen, annesinin gizemli ölümünde kimlerin rol oynadığını bulmak isteyen, çocukken kendisini içinde bulduğu AMO (Büyücüler ve Kanun Kaçakları Birliği) adlı tuhaf bir derneğin çevresinde yetiştirilen, en sonunda kendisine verilen imkansız görevi yerine getirmek amacıyla gerçek dünyadan çıkıp fantastik bir boyuta nasıl adım atacağını öğrenen Daniel’ın öyküsünü anlatıyor. Thomas Pynchon, “bir kanun kaçağı destanı” ve “büyücünün Bildungsroman’ı” diye tanımladığı bu eseri, tanrısal bir figürün vücuda gelmesi olarak da okuyabileceğimizi söylüyor. Görüldüğü gibi bu eserin büyülü/fantastik yanı ile gerçekçi yanını dengeleyerek tanım yapmak zor. Bir açıdan bakıldığında David Eddings’in Belgariad serisinin yirminci yüzyıl Amerika’sına sızmış bir versiyonu ya da Yüzüklerin Efendisi’nin herhangi bir şehir fantazyasına taşınırken fazlasıyla törpülenmiş bir modeli gibi. Bu “sızma” ve “törpüleme”den elimize kalan, en saf haliyle bir büyüme öyküsü aslında. “Büyülü gerçekçilik” biraz kaçamak bir tanımlama, “fantastik” dememek için sığınılacak son liman gibi adeta. Halbuki Jim Dodge doğaüstü unsurunu öyle kullanıyor ki tüm bildiğimiz gerçeklik, olaylar ve kahramanımız Daniel, o doğaüstü hakikat tarafından tanımlanıyor nihayetinde. Kısacası fantastiğin var olmadığı yerde gerçekliğin de var olmadığına varıyoruz Daniel’ın öyküsünde.
Annesi Daniel’ı doğurduğunda on altı yaşındadır ve bir yetimhanede gözetim altındadır. Daniel’ın doğumuyla annesinin de yolculuğu başlar; yeni tanıştığı birinin teklifi sonucunda kanundan kaçan sıra dışı insanlarla aynı havayı soluyacaktır artık. Daniel büyürken kendini bu tuhaf yeraltı dünyasının içinde bulur. AMO adlı gizli derneğin üyeleri arasında kanun kaçakları olduğu kadar şamanlar, büyücüler, mistikler, çılgın bilim insanları da vardır. Kimileri Daniel’a şiiri, meditasyonu öğretir, kimileri de sabotaj sanatlarını, evrakta sahtecilik yapmayı… Eğitimi sırasında bu karakterlerle yakınlaşan Daniel, onlarda, yaşının da verdiği motivasyonla hiç tanımadığı babasını bulmaya çalışır. En büyük dileği babasının kim olduğunu öğrenmektir, ta ki annesi öldürülene dek. Cinayet mi, komplo mu, yoksa bir kaza mı olduğu bilinmeyen bu gizemli ölümden sonra Daniel’ın tek dileği annesinin katilini bulmak olacaktır.
Annesinin ölümünden sonra Daniel’ın eğitimi daha disiplinli bir şekilde devam eder. Kilitli kasaları açmayı, kılık değiştirme sanatını öğrenir ustalarından. İşte bu noktaya kadar gerçekçi bir izleğin peşinde takip ederiz Daniel’ın öyküsünü. Ancak öğreneceği çok önemli bir sanat daha kalmıştır; o da görünmez olmaktır. Daniel’a bu sanatı öğretecek olan ustasının adı Volta’dır. Volta, zamanında bedenini maddesellikten çıkarmayı, atomlarına ayırmayı başarmıştır. Bunu öğretebileceği tek kişi de Daniel’dır, çünkü kahramanımız bir nevi “seçilmiş kişi”dir. AMO’nun en önemli işini, kaynağı ve gücü bilinmeyen bir elmasın çalınmasını Daniel’e veren Volta, bu işin karşılığında annesinin katilinin ismini açıklamayı vaat eder.
İşte Taş Kavşak’ın asıl öyküsü bu noktada dönüşmeye başlar, fakat bir önceki kılık değiştirme öğrenimi de öykünün fantastik boyuta uzanışında bir ön ders niteliği taşır, çünkü Daniel’ın ustasından öğrendiği gibi, kılık değiştirmek demek başkası olmak demektir. Başkası olmak için onun kıyafetini giymek, mimiklerini kopyalamak yetmez. Bir kimlik arayışıdır bu, o yüzden de “fantezi” gerektirir. Daniel’ın ustasının dediği gibi: “Gerçek hayal gücüdür bu, yarattığın şey olduğun düzeydir. O kimlikler zaten senin içindedir. Kimliğin tekil, eşsiz olduğunu düşünürüz. Oysa bu yalnızca olasılıklardan birinin ifadesidir. Ölü, diri ya da henüz doğmamış her bir insan senin içindedir. O benlikler deposunu aç, kendi mecaz gövdeni geçir üzerine.” Böylece fantastik boyuta bir adım daha yaklaşmıştır Daniel. Başka bir kimliğin hayalini kurup ya da hiçlikten bir kimlik yaratıp onun yerine geçebilmeyi öğrenir. Fantezilerinin ikametgahı gerçekliktir artık. Tam da yeni öğrendiği bu sanat sayesinde hazırlanır yeni eğitimine. Son eğitimi görünmez olmak, daha doğrusu yok olmaktır. Yok olduktan sonra geri gelmeyi öğrenmek de bu eğitimin bir parçasıdır elbette. Görünmezlik, kılık değiştirmenin son noktasıdır, üzerine hiçliği giymektir. Eğer Daniel bu sanatı öğrenebilecek yegane kişiyse, gerçekten seçilmiş biri ve hatta tanrısal bir varlıksa, başarması gereken görev de bir o kadar ağır olacaktır tabii ki.
“Büyüyen” kahramanın kaderi
Fantastik yolculuk edebiyatının klasik unsuru olan arayış nesnesi, Daniel’ın öyküsünde de karşımıza çıkar nihayetinde. Bir nevi kutsal kase ya da Felsefe Taşı’dır bu. Aslı ise büyük bir elmas küresidir, ancak nereden geldiği, nasıl bir güce sahip olduğunu bilmek o kadar da kolay değildir. Daniel onu ele geçirene kadar da adeta hayali bir nesne olarak kalacaktır. Jim Dodge, klasik fantastik unsurları birbiri ardına sıraladığı için Daniel’ın görünmez olmayı becerip büyülü elması çalması sürpriz olmayacak okurlar için. Asıl önemli olan, görünmez olduktan sonra tekrar görünür olup olmayacağı ya da tamamen muammadan ibaret bir elmas küresiyle ne yapıp yapmayacağı. Burada Eddings’in kahramanı Garion ve onun arzu nesnesi Aldur Taşı’nı ya da Tolkien’in kahramanı Frodo ve onun yüzükle kurduğu ilişkiyi anmamak elde değil. Jim Dodge’un fantastik edebiyata yaptığı katkı da bu arzu nesnesinin peşinden giden, artık “büyüyen” kahramanın kaderinde, seçiminde yatıyor. Yirminci yüzyılda geçen bir öykü de olsa, bize sadece kendi içimize bakmayı hatırlatan tipik bir fantastik kurgu olmakla kalmıyor Taş Kavşak, aynı zamanda Garion ve Frodo’ya dönüp, onların öyküsünü tekrar düşünmeye de sevk ediyor.
Daniel’ın öyküsünde gerçeklik büyük bir yer kaplıyor kaplamasına, fakat kapladığı yere oranla daha ağırlık kazanan taraf fantastiğin alanı oluyor. Günümüzün Amerikan gerçekliği ham, hatta yer yer ironik bir şekilde yansıtılsa da, Jim Dodge’un kurgusundaki fantastik, tıpkı romandaki büyülü taş gibi, tüm gerçekliğin ortasında elmas bir küreymişçesine parlıyor, onda kendimizi kaybetmemiz ve elbette bulmamız için.
Görsel: Nihan Sarı
Yeni yorum gönder