Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Başucumuzda bir atölye



Toplam oy: 556
Ursula K. Le Guin // Çev. Damla Göl
Hep Kitap
Kurslar, dersler ve atölyeler bir yana, her şeyden önce hepimiz okuyarak öğreniyoruz. Bu kitabı da o yolda harika bir kılavuz olarak değerlendirebiliriz.

Gözünüzdeki o muzip pırıltıyı görür gibiyim. Yaratıcı yazarlık dersleri veren birisi olarak bu kitabı tanıtırken malum konu hakkında en ateşli polemik toplarına çıkacağımı sanıyorsunuz. Yanılıyorsunuz, demeyi çok isterdim ama suya sabuna dokunmadan bu yazıyı tamamlamam imkansız. Yine de elimden geldiği kadar kısa tutmaya ve efendi olmaya çalışacağım.

 


İlk olarak, evet haklısınız, "yaratıcı yazarlık" tabiri hem anlamsız hem de sevimsiz. Onun yerine "öykü/roman atölyesi" gibi tabirleri kullanmayı tercih ediyorum. İkincisi, evet yine haklısınız, boş vaatlerle insanları “kazıklamaya” yönelik birtakım kurslar açılıyor. Akıllı olmak ve onlardan uzak durmak lazım. Lütfen sizi kandırmaya hevesli insanlara paranızı, zamanınızı ve hayallerinizi kaptırmayın. Öte yandan her ay sırf ticari kaygılarla yazılmış onlarca berbat roman basılıyor ama sırf bu sebeple tüm edebiyata sırt çevirmiyoruz, değil mi? Üçüncüsü ise çok daha temel ve felsefi bir tartışma: Yazarlık öğretilebilir mi? Buna cevabım, hem evet hem de hayır. Kaçamak bir cevap değil bu. Yazarlığı –tıpkı resim, heykel ya da dans gibi– bilgiyi, tecrübeyi ve çok çalışmayı temel alan bir altyapı üzerinde yükselen sanat dalları arasında sayıyorum. Güzel sanatlar akademisine gidip resim sanatının teknik yönü üzerine eğitim almak mümkünse, yazı sanatı için de mümkün olmalı.

 

 

Şart mı? Elbette değil. Sizinle aynı yolda yürüyen insanların tecrübelerinden faydalanmak, bunu eğitim olarak kabul etmek ya da etmemek tamamen kişisel bir tercihtir. Kaldı ki bazıları grup çalışmasını verimli bulur, bazıları ise kanal tedavisi için dişçiye gitmek kadar dehşet verici. Nasıl çoğu ressam okullu değilse, çoğu yazar da kendi kendini yetiştiriyor. Kendi adıma konuşayım, ben hiçbir kursa gitmedim. Gitmediğim için de eksiklik duymuyorum. Öte yandan, gidenlere de burun kıvırmıyorum. Aksine, çok değer verdiğim yabancı yazarların bazıları bu yoldan geçtiği için konuya son derece ilgi duyuyorum.

 

 

Yeterli mi? Elbette değil. Yine resim örneğini vereyim. Yazma sürecinin bir kısmı zanaatsa bu öğrenilebilir becerilere dayalıdır. Fakat büyük bir kısmı da insanın içinde olan (ya da olmayan) hayal gücü, dünyayı algılama seviyesi, estetik anlayışı, yetenek vs gibi hem adlandırılması hem de ölçülmesi zor şeylere dayalıdır. Bir yazarı sanatçı yapan da işte bunlardır. Kendi içimizde bulup çıkaracağımız, geliştireceğimiz bu tarz şeylerin herhangi bir kursta hap halinde önümüze konmasını beklemek, en kibar tabirle, şapşallık olur. Uzun lafın kısası, evet, bence resim yapmak nasıl öğrenilebilirse yazı yazmak da öğrenilebilir. Ancak unutmayalım ki, sadece resim kursuna gitmek insanı ne sanatçı yapabilir ne de ressam.

 


Bu tartışmada kendimden şüpheye düştüğümde dönüp baktığım isimlerin başında hep Ursula K. Le Guin gelmiştir. "Yaratıcı yazarlık" olayına hoş bakmayanların bile saygıda kusur etmediği Le Guin, yıllardır yazı atölyelerinde eğitim vermekte. Derslerinde anlattıklarını topladığı Dümeni Yaratıcılığa Kırmak isimli kitabı, çoğu yazar için en kıymetli başucu kitaplarından birisidir. (Henüz Ursula K. Le Guin ile tanışmadıysanız, lütfen hemen bu yazıyı bırakın ve Mülksüzler romanını okuyun. Ardından, Zihinde Bir Dalga ismiyle çıkan denemelerini, sonra da meşhur Yerdeniz serisini okursanız, hayatınızda ilk kez perdeleri açmış ve pırıl pırıl aydınlık gökyüzüne bakmış gibi hissedeceksiniz kendinizi. Le Guin sadece müthiş bir yazar değildir; ondan önce, çağımızın en önemli "bilge kadın"larından birisidir.)

 

 

 

Yazının içindeki müzik

 

 

"Dümeni Yaratıcılığa Kırmak 1998 senesinde basıldı," diyor kitabın önsözünde. "O zamandan bu yana hem yazı hem yayın dünyası o kadar hızlı değişti ki kitabı güncellemeyi düşünmeye başladım." Elimizdeki kitap da yazarın geçen sene üzerinden geçip adeta baştan yazdığı ikinci edisyonun çevirisi.

 

Altını çizmemiz gereken en önemli husus, yazarın daha ilk satırlarında belirttiği üzere, bu kitabın yeni başlayanlara uygun olmadığı. "Zaten yazdıkları üstünde yoğun şekilde çalışanlar"ı hedeflemiş Le Guin. Karakteri, kurguyu filan bırakıp daha birinci bölümde yazının içindeki müzikten bahsetmeye başlıyor. Sözdizimi ve noktalama işaretlerinin önemiyle devam ediyor. Değindiği diğer konuların arasında anlatıcın sesi ve bakış açısı, dolaylı ve dolaysız anlatım, nelerin tutulup nelerin metnin dışarıda bırakılacağı gibi başlıklar yer almakta. Noktalı virgülden nefret edenlere de bir çift sözü var ancak şimdi o konuya hiç girmeyeyim. Bir yazı için iki polemik fazla kaçar!

 

Gerçek bir atölye çalışması gibi her konuyla ilgili örneklere, tartışmalara ve alıştırmalara da yer veriyor Le Guin. Bu noktada çeviri okumanın getirdiği bir sorun dikkatimizi çekiyor, o da kullandığı bazı örneklerin Türkçede işlevini büyük ölçüde kaybetmesi. Sanırım bu sebeple çevirisi tamamen anlamsız olacak birtakım pasajlar bu baskıya dahil edilmemiş. Şüphesiz bir eksiklik, ancak Dümeni Yaratıcılığa Kırmak o kadar değerli bir kitap ki Türkçeye uyarlanabilen kısımların bile çok faydalı olduğunu düşünüyorum.

 

Kurslar, dersler ve atölyeler bir yana, her şeyden önce hepimiz okuyarak öğreniyoruz. Ustaların yazdıklarını okuyarak, ne yaptıklarını ve nasıl yaptıklarını kavramaya çalışarak. Bu kitabı da o yolda harika bir kılavuz olarak değerlendirebiliriz. Hem iyi bir yazar, hem de daha dikkatli bir okur olmak için önümüzde çok uzun bir yol olduğunu aklımızdan hiç çıkarmayalım.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Fatih Öztürk

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.