Olağanüstü yüksek bir entelektüel birikim, yakıcı bir zeka ve düşüncesine uygun dili üretme yolunda atılan özgür adımlar... Bu tanımlamalar, Baudrillard'ın niteliklerinden bir bölümünü anlatabilir ancak. Kapitalizme ve tüketici bireye yönelttiği acımasızlığa varan alaycı eleştirilerin okuyanın kendi kendiyle hesaplaşmasını kolaylaştırması beklenirken, ya da belki Baudrillar bunu amaçlarken, her yöne attığı oklarıyla şaşırtıyor da metinlerinin içine gireni. Kapitalizmi yerden yere vururken, Marksistlere de yükleniyor ve bir düzenin nasıl sere serpe eleştirileceğine örnek oluşturabilecek önermelerde bulunmaktan geri kalmıyor. Oğuz Adanır, Say Yayınları'ndan yayımlanan Baudrillard'ıyla, çağdaş felsefeye meraklı okurlara çok karmaşık, çok yönlü, çok zor, çok şaşırtıcı ve o denli de zevkli bir okuma sunabilecek bir yol izlemiş bu düşünce insanını yeterince kavramış olmasının getirdiği kolaylıkla.
Adanır, hem kendi anlatıyor Baudrillard'ı, hem de ünlü düşünürün yapıtlarından doğrudan çeviriler sunuyor, Fransız biliminsanının okunup anlaşılabilmesine hiçbir şekilde katkıda bulunmuyormuşçasına bir alçakgönüllülükle davranırken, Türkçe Dili'nin sunduğu sınırları iyice aşıyor, hem dili geliştiriyor hem de okurun düzeyini ve bu zorlu görevi -gönüllü ve gönülle!- övülecek bir başarıyla tamamlıyor.
"Euro-dolarlar, borsa değerleri ve iğrenç reklamlarla soyut bir dolanım düzeni... Moda yenilikleri adı altında üretilen ahlaksızlık, yararsız teknolojilerle prestij teknolojileri, seçim şamataları ve tırmanan bir silahlanma. Bütün bunlar, hem kapitalist egemenliğin 'tarihi' göstergeleri hem de ondan daha önemli bir olgunun kanıtıdır –bütün bunlar, kapitalizmin günümüze kadar gerçek anlamda bir toplumsal proje üretmekten aciz oluşunun kanıtıdır. Bunlar aynı zamanda toplumla hiçbir grubun ilgilenmemiş olduğunu gösteren bir kanıttır. Özetle, sorumlu bir özne tohumundan, gölgesinden ya da amacından söz edebilmek bile imkansızdır." Adanır'ın, Baudrillard'ın Çaresiz Stratejiler adlı yapıtından aktardığı bu bölümün, ilerleyen bölümlerde 'özlenebilecek' bir yumuşaklıkla akmasının okuru aldatmaması gerekiyor, çünkü yazar, filozofun bu belki de en hafif eleştirilerine girişte yer verirken, okumanın devamını sağlayabilmeyi amaçlamış görünüyor.
Baudrillard'ın önermelerini, çevirilerinden örneklerle sunmadan önce, Oğuz Adanır'ın düşünürün çalışmalarını açımlayan şu sözlerini okumakta yarar olabilir:
"Baudrillard, modern kapitalist toplumların geçirdikleri bu mutasyon sayesinde başka bir aşamaya geçildiğini (simülasyon evreni) ve artık karşımızda ideolojik ve maddi amaçlarını yitirmiş bir kapitalizm bulunduğunu; bundan sonra bir kapitalizm değil, bir tüketim toplumu, tüketim ideolojisi çözümlemesi ve eleştirisi yapmak gerektiğini söylemektedir. Öte yandan yapısal değer yasasının yaşamın tüm alanlarında geçerli olmaya başlamasının eskiden bir bakıma emek gücünün kullanım değerine bağlı olarak belirlenen ücret anlayışında da önemli değişikliklere yol açmış olduğunu; başka bir deyişle artık bir emek değil, bir iş ya da çalışma düzeni içinde kazanılan ücretin de kullanım değerinden bağımsız bir hale geldiğinden söz etmektedir. Örneğin, çok az bir enerji harcayarak çok büyük paralar kazanılabildiği gibi çok büyük enerji harcayarak çok az para kazanılabilmektedir. Burada da eski dengeler alt üst olmuştur. Hizmet ve iletişim sektörleri bu konuda en tipik örneklerdir. Baudrillard'a göre mevcut sistem yapısal değer yasasını sürdürebilmek amacıyla herkesin cebine para koyabilecek bir aşamaya çoktan gelmiştir. Hatta bunu en az çalışmaya en çok para formülüyle ifade edebilmenin mümkün olduğunu söylemektedir."
Bu noktada, Baudrillard'ın Marksistlere yönelttiği eleştirilerin kaynağına ulaşma olanağı kendini gösteriyor. Öncelikle, Baudrillard'ın eski bir Marksist olduğunu ve düşünce ortamının bu teorik süreçten büyük ölçüde etkilendiğini anımsamak gerekir. Baudrillard, düşünsel önermelerin, büyük ölçüde daha önce içinde bulunulan düşünce ortamlarının 'yanlış'larına yapılan eleştirilerle başladığına ilişkin saptamayı haklı çıkarmaktadır. İçinde olduğu düşünce ortamı Marksist düşünce ortamı olduğuna göre, öncelikle ilk eleştirilerini bu düşünce ortamına yöneltmektedir. Bu, Baudrillard'ın kapitalizme yönelik eleştirilerinin önemini artırmakta, giderek, kapitalizmin durumuna Marksistlerin kendisinden çok daha ağır eleştiriler getirmek yerine 'başka' işlerle uğraşmalarına itiraza yönelmektedir. Baudrillard, kapitalizme, sağına yönelik eleştirilerinde çok ciddiye alınması gereken, soluna, Marksistlere yönelik eleştirilerinde ise, yukarda değindiğimiz psikososyolojik gerekçelerden kendisinin de etkilenmiş olduğu izlenimi vermesiyle de değerlendirilmesinde yarar bulunan bir düşünürdür. Buna bir de, egemen yapının, eleştirilmesi 'meşru' sayılan düşüncelere yönelmiş okları sevecenlikle karşıladığı gerçeğini, Baudrillard'ın kapitalizm eleştirilerinin de, öncelikle kendi toplumunun, Fransız toplumunun koşullarından hareket ettiğini ve emperyalizmi (Küreselleşme?) değerlendirmelerinde sıralamaya almaya gerek görmediğini eklemek gerekir.
Baudrillard'ın zor metinlerinin okunması, anlaşılması zorunluğuna Oğuz Adanır'ın büyük kolaylıklar getirdiğini vurgulayarak yazıyı önemli düşünürün kitabın 215. sayfasındaki şu sözleriyle bitirelim:
"Modern sanatçılarımızın ne yapmaya çalıştıklarına daha yakından bakalım. Dini eserler yaptıklarını sanan Rönesans dönemi sanatçıları aslında birer sanat eseri yapıyorlardı. Sanat yaptıklarını sanan sanatçılarımız ise belki de bambaşka şeyler yapıyorlar. Belki fetişler üretiyorlar ama ne yazık ki bunlar büyüsünü yitirmiş fetişler. Caillois'nın dediği gibi bunlar inandırıcılıktan tamamen uzak (hyperboliques), tamamen dekoratif ve kısa bir süre kullanılmak üzere üretilmiş, övgüye değer bir yanları olmayan nesnelerdir. Sanata gerçekten inanmayan, onu bir esinlenme biçimi gibi görmeyen insanlar tarafından üretilen batıl inanç nesnelerine benzeyen bu çalışmalar batıl inanca dönüşmüş fikir ve ideolojileri tüm güçleriyle sürdürmeye çalışmaktadırlar. Böyle bir fetişist ve dekoratif ideolojiye hizmet etmeye mahkum edilen bir sanat kendi başına var olamaz. Bu bakış açısı doğrultusunda sanatın artık özgün bir etkinlik biçimi olma özelliğini yitirerek ortadan kaybolduğu söylenebilir. Bununla birlikte söz konusu olan şey bir sönüp gitme olayı değildir (tam tersine sanat sonu gelmeyecek ikinci bir yaşama mahkum edilmiş gibidir). Politika ya da toplumsalın sonu gibi, burada da söz konusu olan şey sanatın, estetiğin, bulaşıcı bir hastalık virüsü gibi yayınlaştırılması, genelleştirilmesi ve her şeyi kapsama yöntemiyle yok edilmesidir."
Eleştiri
Eleştiri
Baudrillard: Kapitalist Uygarlığa İronik, Psikososyal, Ölümcül Darbe
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Eleştiri Yazıları
Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.
Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.
Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.
Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.
Yeni yorum gönder