Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bay ve Bayan Poe



Toplam oy: 843
Lynn Cullen // Çev. Elif Günay
Doğan Kitap
Neredeyse eşzamanlı olarak yayımlanan Edgar Allan Poe'nun Ev Yaşamı ve Bayan Poe, Poe'nun kısa ama gizemli yaşamına ışık tutmaya çalışan iki kitap.

Edgar Allan Poe’nun ünlü “Oval Portre” öyküsü, sanat eserinin canlılığının karşısına insan hayatının ölümlülüğünü koyuyordu. Daha sonra Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi romanında ve H. P. Lovecraft’ın çeşitli öykülerinde sanat-hayat ilişkisi bağlamında izlerini sürebileceğimiz bu ölümlülük meselesi, birçok doğaüstü korku eserinin omurgasında yer alacaktı. İlk yayımlandığında farklı bir başlığı olan, ama 1845’te “Oval Portre” adıyla basılan öykü, ölümle kurulan ve bir türlü akla mantığa sığmayan o sıkıntılı ilişkiyi gösterdiği gibi, hayatla kurulan ilişkinin çok da rasyonel olmadığını hatırlatıyordu. 

 

Geçtiğimiz günlerde Türkçede, Poe’nun kısa ama gizemli yaşamına ışık tutmaya çalışan iki kitap yayımlandı. Bunlardan biri, Poe’yu uzaktan da olsa tanımış ve görmüş olan Susan Archer Weiss’ın, ilk olarak 1907’de yayımlanmış olan Edgar Allan Poe’nun Ev Yaşamı başlıklı anı kitabı ve diğeri de Lynn Cullen’ın çoksatan aşk kitapları tarzında kaleme aldığı Bayan Poe adlı romanı. Poe hakkında daha önce Türkçeye kazandırılan Peter Ackroyd imzalı Poe: Kısacık Bir Hayat ve Charles E. May’in kaleme aldığı Edgar Allan Poe: Öykü Üzerine Bir İnceleme gibi eserler, yazarın yaşamına ve eserlerinin içeriğine oldukça ciddi açılardan yaklaşıyordu, ancak bu yazıda söz konusu olan iki kitap, Poe’nun sadece özel hayatıyla ilgileniyor.

 

Bir karasevda öyküsü

 

 

Bayan Poe, 1845 yılında, Bayan Poe’nun, yani yazarın hem kuzeni hem de eşi olan genç Virginia Poe’nun adım adım ölüme yaklaştığı bir dönemde başlayıp, öldüğü yıl olan 1847’de sona eriyor. Elbette o ünlü “Oval Portre” öyküsünün gerçek hayattaki izlerini oldukça net bir şekilde görebildiğimiz bir roman bu. Diğer yandan, başlığı Bayan Poe olan bir kitap, ilk bakışta E. A. Poe’nun eşine gönderme yapıyor gibi görünse de, burada anlatılan “Bayan Poe,” aslında başka bir kadın; yazarın skandala neden olan bir yasak aşk yaşadığı iddia edilen Frances Sargent Osgood.

 

Lynn Cullen, gerçek hayatta yaşananlardan hareketle yazmış romanını, ama işin kurgu tarafı roman ilerledikçe daha ağır basmaya başlıyor ve önceleri sıradan bir aşk romanı gibi ilerleyen eser, finale doğru gizemli bir macera romanına dönüşüyor. 

 

Bayan Osgood, o sırada çapkın ve ailesiyle ilgilenmeyen bir ressamla evli olan, çocuklarının bakımı için paraya ihtiyaç duyan, Poe’nun çağdaşı bir şair. O günlerde özellikle “Kuzgun” şiiriyle şöhret kazanan Poe’yla aynı edebiyat ortamlarına girip çıkıyor. Kendisine öncelikle Poe’nun yazdığı türde tüyler ürpertici öyküler yazması teklif ediliyor. Kısacası ondan bir “Bayan Poe” yaratılmak isteniyor. Roman ilerledikçe görüyoruz ki, bu yakıştırmanın nedeni sadece ondan Poe gibi yazmasının beklenmesi değil; asıl sebep, ünlü yazarla yakınlaşmaları, birbirlerine takma isimlerle şiirler yazmaları ve en sonunda gizli ilişkilerinin dedikodularla ifşa edilmesi. Bayan Osgood, sokaktaki insanın dilinde zamanla “Bayan Poe” haline geliyor.

 

Bayan Osgood, önceleri “Bayan Poe” olarak anılmanın peşinde olmadığını düşünüyor, ama zaman ilerledikçe o da farkında olmadan kendisini Poe’nun eşi gibi görmek istediğini hissetmeye başlıyor, hatta yazarla birlikte küçük bir kaçamak için gittikleri otelde ismini “Bayan Poe” olarak kaydettiriyor. Bir yandan sonsuz bir vicdan azabının pençesinde; sadece evli ve çocuklu bir kadın olduğu için değil, aynı zamanda eşi ölmek üzere olan ve çok acı çeken birine gönlünü kaptırdığı için. Gerçek Bayan Poe olabilmesi için Virginia Poe’nun ölmesi gerekiyor ve Bayan Osgood bu vicdan azabına rağmen hislerine karşı gelmekte çok zorlanıyor. Böylece ortaya mutsuz bir karasevda öyküsü çıkıyor. Zaten Poe’nun içinde olduğu bir aşk üçgeninden başka ne beklenebilirdi ki?

 

Aslında bu roman, asla birleşemeyen iki sevgilinin öyküsünü anlatan, o yüzden de ayrılıkla başlayıp ayrılıkla biten bir aşk romanı. Poe’nun biyografilerine baktığımızda öykünün gerçeklik payı yüksek, hatta final perdesine doğru Cullen’ın kurgusunu bir polemik çıkarmak ve Poe’nun yaşam öyküsünü revize etmek için kullanmak bile mümkün olabilir. Ne de olsa Poe’nunki, henüz doğum tarihinden nasıl ve ne şekilde öldüğüne kadar uzun tartışmalara sahne olmuş bir hayat.

 

Talihsiz bir seçim

 

 

Cullen’ın romanı bize Bayan Poe’yu anlatırken, Weiss’ın neredeyse yüzyıl önce yazdığı eser de Bay Poe’nun gerçekte nasıl biri olduğunu anlatıp, ölümünden itibaren dedikodularla şekillenmiş bir yaşam öyküsünü temize çekiyor ve özellikle Poe’yu yakından tanıyan kişilerden aldığı bilgileri paylaşmaya çalışıyor.

 

Weiss’ın öncelikli iddiası, Poe’nun doğum tarihinin 1809 değil, 1808 olduğu. Karanlık ve gizemli öyküleriyle tanıdığımız yazarın çocukluğunu da ayrıntısıyla ele alan kitap, Poe’nun zeki, sevimli ve şirin bir çocuk olduğunu, kesinlikle melankolik bir çocuk olmadığını, ancak ölümden ve mezarlıklardan çok korktuğunu, bunun sebebinin de küçükken evdeki uşaklardan dinlediği korku öyküleri olduğunu anlatıyor. Tabii Poe’nun karakterini belirleyen etmenlerden en önemlisinin, yazarın küçük yaşta yetim kalması olduğu da bilinen bir gerçek. Küçükken annesini kaybeden, babasız büyüyen, ilk platonik aşkının ölümünü hayatı boyunca unutmayan, daha sonra evlendiği ve hastalığı nedeniyle adeta yaşayan bir ölü olan Virginia’yla zor bir evlilik yürüten Poe’nun öykülerindeki ölüm ve kadın ilişkisi, bu biyografik bilgilerin ışığında daha da aydınlanıyor.

 

Yazarın gizemli ölüm meselesine gelince, Weiss’ın söylediklerinin Peter Ackroyd’un biyografisinde de bahsedilenlerle bağdaştığını, kısacası Poe’nun büyük ihtimalle talihsiz bir seçim skandalına kurban gittiğini söylemek mümkün. Weiss’ın aktardıklarının yanına Ackroyd’un söylediklerini de koyunca, Poe’nun ölümündeki sır perdesi az da olsa aralanıyor.

 

Eğer Poe, Bayan Osgood’la evlenseydi “bambaşka bir adam olurdu,” diyor Weiss bu kitabın sonunda. Poe nasıl olurdu bilemeyiz, ama Bayan Osgood gerçekten de “Bayan Poe” olurdu, orası gerçek. Diğer yandan, bir Poe kadını olmak onun kaderini değiştirmeyebilirdi, çünkü Frances Osgood da, tıpkı gerçek Bayan Poe gibi, genç denebilecek bir yaşta tüberkülozdan ölmüştü, hem de E. A. Poe’nun ölümünden birkaç ay sonra. Poe’yu uzaktan sevmek miydi bu erken ölümün sebebi?

 


 

* Görsel: Mert Tugen

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.