Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Berduş Kediler Kırnavalı – Bir İmge Sarmalı



Toplam oy: 1111
Atilla Polat
Gürer Yayınları

Berduş Kediler Kırnavalı - Bir İmge Sarmalı’ndaki anlatı gerçekliği, seksenlerden bu yana süre gelen dış gerçekliği esas alıyor. 

Her bir anlatı, yazarın muhalif doğasını; zekâ, duyarlılık, soğukkanlılık, saçmayı ayırt etme gibi özelliklerini ele veriyor. 

Atilla Polat, kitabındaki öykülü on dört metinde, fantasma ve ironiyi, yapı taşları olarak kullanmış. Yabancılaştırma yoluyla okurunu, alışık olduğu düşünce kalıplarının dışına çıkmaya zorlamış. Onu ‘gerçekliğe’ açmanın biçemi olarak tam da bu özellikleri talep eden mizahı seçmesi, gündelik yaşamdaki gereksiz ayrıntıların bıraktığı toz ve dumanı da yatıştırmış.

Tıpkı Polat gibi bir veteriner hekim olmasından mıdır nedir, bir akrabalık çağrışımıyla,  yapıtlarında nesnel yaşantıları kalıplaşmış bir dille yansıtan yazarlara daima karşı çıkan, ironinin haklı ustası Orhan Duru’nun “Bir yanılsama sanatıdır öykü bir bakıma. Yanılsama deyince gerçeklerden uzaklaşmak anlaşılmasın. Doğal olarak küçük oyunlar, saptırmalar, çağrışımlar yapıyoruz yazarken; gene de yaşamımızdan, içinde bulunduğumuz ortamdan, deneyimlerimizden yola çıkıyoruz, yazdıklarımızla tüm bunları bir düzene koymak istiyoruz. Güncel gerçek o kadar gereksiz ayrıntı ile dolu, o kadar yavan ki, ister istemez düş kurarak bir büyülü ortama ulaşmaya çalışıyoruz” sözlerini anımsamadan edemiyor insan.

Atilla Polat, metinleri için üslubunu destekleyecek, ‘zihnin tasarımına anında etki edebilecek, beklentilere dair fanteziler oluşturacak, onun hazlarını kışkırtacak ve dönüştürücü’ özgün imgeler araştırmış. Simgeleri ise imgelere hizmet ettikleri sürece kullanmış, olası kolaycılığa karşı açık bir dirençle.

Berduş Kediler Kırnavalı’ ve ‘Örtülü İmge’ öyküleri, kitabı dağıtmak üzere açmak, sonuçta açtığını toplamak işlevlerini yüklenmiş. Aynı zamanda bu öyküler, kitabın, döneme yapılan eleştirinin siyasi gelişmelerin sonuçlarıyla yetinmeyeceğini ya da bu sonuçlardan bir diğeri olarak edebiyatın gidişatı ile de uğraşacağını (uğraştığını) haber vermek üzere kurgulanmış.

Öykülerdeki kedi simgesi, meraklı ve akılcı bir duyarlılık taşıyan, yaltaklanmaya tepkili, dışa dönük yaşamak arzusundaki okuru; bunlara ek olarak ‘tekir anlatıcı’ görüngüsüyle de örtülü durumlardan, tutumlardan; klişe konu ve yazın yaklaşımından sıtkı sıyrılmış yazarı imlemek üzere kullanılmış. Adeta ‘alter ego’; okuyucuya varlığının eksik (örtülü) parçasından bakma fırsatı tanırken yazarı ikinci tekil anlatımdan alıkoyan, kökü doğada (bir çeşit) akıl desteği!

Yaklaşımını yukarıdaki doğrultuda saptayan yazar, öykü omurgalarını (tema), yaşantı çağrışımlarından soyutlama yoluyla vardığı imgeleri kullanarak oluşturmuş. Gerçekliği yeniden çerçeveleyip, okuru yeni bakış açılarına açmak için kullandığı imgelerden bazıları şunlar:  Altın, zaman, özlem, kariyer, hüzün, prestij, pırlanta, şifa, yazgı, gazap, kaos imgesi. Gerçekte bütün bu imgeler, yarı entelektüel, ikiyüzlü ve fırsatçı diyebileceğimiz yıkıcı karakterle simgelenen dönem imgesini kucaklamak üzere bir araya getirilmişler. Bu bütünlüğü sağlamanın yolu, kitabın ismindeki ‘bir imge sarmalı’ vurgusunu dikkate alarak sıralı okuma yapmak.

Polat’ın edebiyatında, çelişkileri aydınlatan mizahı karartan örtülü olgu, öykü kişilerinin gayet nesnel, insani özellikleri olarak ortaya çıkıyor. Okumamızdan, bu öykülerde insanı acıtan, kanırtan, olsa olsa, hayatın içindeki saçmanın yarattığı gerilimi şen şakrak giyinen öykü kişileridir, sonucuna varıyoruz. Kurulan dildeki komik, düşünen okuru kendisiyle yüzleştiren tipleri, bir armağan olarak hikâyeye paketleme işlevi üstleniyor. 

Altın İmgenin Laneti’ni okuyup kitabı kapatırken, öykü kişileri için olduğu kadar kanlı canlı insanlar için de en büyük tehdidin ‘kurmacanın gerçekliği dönüştüren gücü’ olduğu sonucuna varıyoruz. Altın imge, dilerken bile dikkat edilmesi gerekene, absürdü normalleştiren araca dönüşüveren çağın haz ve etiğine dair sorular bırakıyor kucağımıza.

Akıcı, özenli, tat veren anlatı diliyle tekrarlı okumalara iten, okura özdeşleşme fırsatı vermeden, hiciv silahıyla güldüren, düşündüren metinlerden, yazarın temsili özellikleri açısından vurguladığı tiplerden biri olan Abdo’ya dair kısa bir alıntı eksik olmasın:

“Abdo, örgüt kurma suçundan tutuklu yargılanmaya başladı. Dava uzun sürecek gibiydi.

Ziyaretine giden müritlerine, demir parmaklıkları gösterip, “Bu çubukları tırnak imi gibi düşünün” diye teselli veriyordu. “Şu anda hayatım tırnak içinde yazılıyor. Unutmayın ki vurgulanmak, belirtilmek istenilenler tırnak içine alınır. Her özneye nasip olmayacak bu durumu yaşamak ayrıcalıktır.”

Yazımıza kitabın kapağına dair bir değerlendirme ile son verelim: 

Zekânın, onur ve sadakatin rengi olarak anılan sarının, sinirleri uyardığı, kasları gevşetip ruhu hafifletirken beynin işlevsel etkinliğini arttırdığı bilinir. Kanımca, Gülcan Kütükçeken’in şahane kedi soyutlamaları ile hareketlenen kapak tasarımı için parlak sarı rengin seçilmesi, kitabın raflarda derhal ayırt edilmesini sağlamakla kalmamış. Okuru bir imge sarmalına doğru hareketlendirirken, aynı zamanda yazarın ereğine uygun, verimli okumalara da açmış.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.