Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Beynin karanlık tarafı



Toplam oy: 2143
Psikopat Testi ve İçimdeki Psikopat, birbirlerini tamamlayan kitaplar. "Dünya neden bu kadar kötü bir yer?" sorusuna paralel cevaplar getiren, herkesin içinde şiddeti farklı olsa da bir psikopatın gizlendiğini gösteren, sorgulayan eserler.

Ömer Türkeş, Fikret Topallı’nın Seri Katiller başlıklı inceleme kitabına yazdığı önsözde, geçmişteki ve bugünkü suçların doğasını karşılaştırıyor ve 1930’lu yıllarda cinayetlerin büyük bir kısmında tanıdık kişilerin kurban seçildiğine, 1980’lerdeyse faillerin çoğunluğunun kurbanlarına yabancı insanlar olduğuna değiniyordu. Artık şiddet oranı yükselmişti ve çok basit, sıradan bir nedenle, ani bir tepkiyle katil olabiliyordu insanlar. Herkes bir olağan psikopattı. Yabancıya yönelik suçun artmış olması, içimizdeki yabancının işi miydi?

 

Yakın zamanda psikopatlık üzerine yayımlanan Psikopat Testi ve İçimdeki Psikopat adlı iki kitap, beynimizin karanlık tarafı hakkında bize bilimsel bir bakış açısı kazandırıyor. Yazarların niyeti ne olursa olsun, bütün cevapların bilimde olduğuna ya da gerçekten kimin olağan bir psikopat olduğuna rasyonel olarak işaret edebilen kitaplar değil bunlar. Daha ziyade, o karanlık tarafın çok da bilinemeyeceğini bize hatırlatan eserler.

 

İnsan ya psikopattır ya da değildir

 

Galli gazeteci ve araştırmacı yazar Jon Ronson’ın imza attığı Psikopat Testi, ilk bakışta basit ve popüler bir kurgudışı eser gibi gözüken, okumaya başladığımızda sürükleyici bir roman olduğunu düşünebileceğimiz, ancak bölümler ilerledikçe tekrar kurgudışı olduğunu fark edebildiğimiz bir kitap. Jon Ronson, psikopatlarla ilgili yürüttüğü araştırmasını adeta entrikalarla dolu gizemli bir roman yazar gibi kaleme almış. Psikopat Testi ciddi, bilimsel, akademik bir çalışma olmasa da, insanın içindeki kötülükle ilgili metinler arasında bir çırpıda okunabilir oluşuyla ön plana çıkan bir eser.

 

Ronson’ın özellikle değindiği ve kitabın tamamına yayılan iki konu var. Bunlardan birincisi, birçok kişiye gönderilen şifreli bir kitabın gizeminin çözülmesi, diğeri de hapisten kurtulmak için deli taklidi yapıp kendisini daha beter bir durumda akıl hastanesinde bulan ve yıllarca psikopat damgası yiyip serbest bırakılmayan Tony adlı bir suçlu hakkında. Örneğin, “Hapis cezasından yırtmak için akıl hastası taklidi yapmak… Tam olarak bir psikopattan beklenecek türden hileli ve çıkarcı bir eylem. Tony’nin beyni arızalıymış numarası yapması, beyninin arızalı olduğunun işareti,” ya da “Tony akıl hastası taklidi yaptı. Akıl hastaları halüsinasyon ve sanrı görür. Akıl hastalığı gelip geçicidir. İlaç tedavisiyle düzelmesi mümkündür. Tony psikopat. Bu kalıcıdır. İnsan ya psikopattır ya da değildir,” gibi yorumlarla yüzleştiriyor bizi yazar.

 

Ronson, bir yandan şifreli kitabın gizemini çözmeye çalışırken bir yandan da talihsiz suçlunun gerçek öyküsü üzerinden psikopatlığın tanımına ulaşmaya çalışıyor. İşte “psikopat testi” adı verilen ve psikopatlığı tanımlayan maddeler silsilesi de bu noktada ortaya çıkıyor. Kanadalı psikiyatrist Robert Hare’ın geliştirdiği ve “Hare Testi” olarak da anılan bu test, James Fallon’un yazdığı İçimdeki Psikopat’ta da karşımıza çıkıyor. Fallon’a göre bu psikopat testi, beynin karanlık tarafını ortaya çıkarmak için iyi bir başlangıç, ama kusursuz değil.

 

Fallon’un kitabı tam anlamıyla bir popüler bilim eseri. Bir nörolog olan James Fallon, laboratuvarında seri katillerin beyin taramalarıyla ilgili çalışmalar yaparken, bir yandan da Alzheimer hastalığıyla ilişkili genler üzerine bir araştırma yürütüyormuş. Bu araştırma için ailesinden birkaç kişiye de genetik test uygulamış. Fallon, ailesinin beyin taramalarını incelediği gün özellikle bir taramanın oldukça tuhaf olduğunu görmüş. Sonuçlar ona taramanın ait olduğu kişinin bir psikopat olduğunu düşündürmüş. İlk aklına gelen, aynı anda sürdürdüğü çalışmaların belgelerinin birbirine karıştığı olmuş elbette. Ne de olsa ailesinden birinin psikopat olacağına ihtimal vermemiş. Şüphelenip bu kişinin kim olduğunu öğrendiğinde oturup İçimdeki Psikopat adlı kitabı yazmayı kararlaştırmış; çünkü baktığı sonuçlar kendisine aitmiş.

 

Yazar James Fallon’un öyküsünü okuduğumuzda görüyoruz ki, o gayet normal, sıradan bir hayat yaşayan, mutlu bir ailesi olan, işinde başarılı bir bilim insanı. Ancak o günden beri, içinde bir psikopat yaşadığını da biliyor Fallon. Aynı zamanda bir nörolog olması, bu kitabı ilginç ve okunası kılan en önemli unsur haline geliyor.

 

Dünya neden bu kadar kötü bir yer?

 

Psikopat Testi ve İçimdeki Psikopat, birbirlerini tamamlayan kitaplar. “Dünya neden bu kadar kötü bir yer?” sorusuna paralel cevaplar getiren, herkesin içinde şiddeti farklı olsa da bir psikopatın gizlendiğini gösteren, sorgulayan eserler. Ronson, araştırmalarından ve röportajlarından hareketle iktidarın, yönetenlerin, karar vericilerin psikopatlığını ön plana çıkarırken, Fallon da sıradan insanın içindeki psikopatı sorguluyor. Bir gazeteci olan Jon Ronson’ın çalışmasını, spekülatif bir eleştiri olarak okumak, bir bilim insanı olan James Fallon’un kitabını da bir özeleştiri olarak değerlendirmek mümkün gözüküyor. “Bana göre doğa (genetik) kişiliğimizin ve davranışlarımızın yüzde seksenini belirliyor; eğitimse (hangi çevrede nasıl yetiştiğimiz) yalnızca yüzde yirmisini… Ancak bu yaklaşımım 2005’ten bu yana incitici, dahası utanç verici bir darbe aldı,” diyor Fallon. Onun gibi sağlam bir bilim insanından duyduğumuza memnun olduğumuz kısımsa şu: “Hiçbirimiz salt iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış, nazik ya da kindar, sevecen ya da tehlikeli değiliz. Salt biyolojik mahsuller de değiliz; bilim ise bize öykünün sadece bir kısmını anlatabiliyor.”

 

İşte, özellikle 18. yüzyıldan, Aydınlanma’dan beri bilimin tek yol gösterici olduğu iddiasına karşı, bilimin bize öykünün sadece bir kısmını anlatabildiğini itiraf eden bir yazar var karşımızda. Çok da manidar bir şekilde, içindeki psikopatı ancak “bilimsel” olarak gördüğü zaman fark eden bir yazar… Halbuki son iki yüzyılda bilimkurgu ve korku edebiyatı bunu bize birçok eserde göstermişti. Dr. Jekyll ve Bay Hyde’da, Frankenstein’da, Dr. Moreau’nun Adası’nda… Hem Jon Ronson hem de James Fallon beynin karanlık tarafına yolculuk yapıyorlar ve okurları da bu yolculuğa davet ediyorlar söz konusu kitaplarda; ama edebiyat bizi çoktan tanıştırmıştı o karanlık tarafla.

 

 

 


 


* Görsel: Burak Şentürk

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.