Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir "an"da büyümek...



Toplam oy: 693
Akhil Sharma /// Çeviri : Ergin Kaptan
April Yayıncılık
Aile Hayatı yarı otobiyografik bir roman fakat Akhil Sharma onu yazarken çocukluğuna dönmemiş, yeniden çocuk olmuş. Ve sanırım bu yüzden, satırları insanın ciğerine dokunuyor.

Mutluluğa tek kelimelik bir karşılık bulmak istesek, pek çok insan “çocukluk” cevabını verirdi sanırım. İlkokul çağındaki bir çocuğun derdinin büyüklüğü hafta sonunun yakınlığıyla ölçülebilir çünkü. Ya da dışarda oynayarak geçireceği saatlerin uzunluğuyla... Veya doyasıya çikolata yiyip yemediğiyle... İşte, bu yüzden hiçbir çocuk zamansız büyümek zorunda kalmamalıdır. Peki, büyüdüğünüz anı hatırlıyor musunuz? Yetişkinliğe adım attığınız anı değil, çocukluğunuzu sizden alan o olayı, o hatırayı kastediyorum. Böyle bir an hatırlayamıyorsanız, kanımca şanslısınız. Çünkü onu ömür boyu boynunuzda taşımak zorunda kalmayacak, büyük bir travmayla mücadele etmeyeceksiniz; Ajay’in aksine... Aile Hayatı yarı otobiyografik bir roman, anlatansa Hint asıllı ABD’li yazar Akhil Sharma’nın çocuk sesi diyebileceğimiz Ajay.

 

70’li yıllarda, tası tarağı toplayıp hayaller ülkesi ABD’ye taşınmayı göze alan Hintli bir ailenin sekiz yaşındaki oğlu o... İdealist bir babası, domestik ama dominant bir annesi ve kendisinden dört yaş büyük bir ağabeyi var. Önceleri yalnızca yeni bir ülkeye, başka din ve kültürlere, yalnızca filmlerde gördüğü bir yaşam tarzına alışmanın derdinde; üstelik, azınlık olduklarının yüzlerine çarpılmadığı tek bir gün bile yokken... Fakat, ABD’ye çabucak adapte olan ve önemli bir okulun sınavlarına hazırlanan başarılı ağabeyi Birju, serinlemek için gittiği havuza çakılıp beyin travması geçirince bir anda büyüyor. Koruyucusu, hatta rol modeli diyebileceğimiz ağabeyi bir kaza sonucu bakıma muhtaç hale geliyor çünkü.

 

 

Yazar açıkça ifade etmese de satır aralarından yakalıyoruz, Ajay, ağabeyinin hak ettiği hayatı yaşıyor gibi hissediyor. Belki de bu yüzden, Birju’nun aslında işe yaramaz biri olmadığını göstermek için, yeni okul arkadaşlarına onu bir kahraman gibi anlatıyor. Gerçek başarılar yetmeyince de, bunların yerini doğaüstüne varan kahramanlık hikayeleri alıyor. Artık ağzıyla kuş bile tutsa annesini mutlu edemeyeceğini, babasını gururlandıramayacağını düşünüyor zaman zaman ve bu düşüncelere katlanamayarak Tanrı’yla konuşmak gibi kaçış yolları buluyor. İhtiyaç duyduğu cevapları kendisine Tanrı’nın elinden veriyor belki de. Bulduğu bir diğer kaçış yoluysa babasının eskiden okusunlar diye para teklif ettiği kitaplar; bir çocuğu gerçeğin acısından kurtarabilecek en sağlam can simidi... Ama yine de ileride hatırlayabileceği bir mutluluk anı yaratamıyor kendisine. Yaşamının önemli anlarının görmezden gelindiğini ya da hafife alındığını hissettiği için kırılıyor, ağabeyi öylece yatarken hayatına devam edebildiği için ise pişmanlık duyuyor. 

 

Akhil Sharma, birçok şeyi aynı anda yapıyor Aile Hayatı’nda. Yetişkin bedeninden çıkıp çocuk zihnine ve belki de kendi hatıralarına geçerken, gerçekten de o yaşların diliyle konuşuyor. Çocukluğuna dönmüyor, çocuk oluyor. Ve sanırım bu yüzden insanın ciğerine dokunuyor satırları. Üstelik kitabın ilk taslağının 6 bin 800 sayfa olduğunu bilmek de insanı tuhaf hislere salıyor. Elimizdeki Sharma’nın 13 yılda yazdığı yaklaşık 7 bin sayfanın özetinin özeti olsa gerek. Yaklaşık 200 sayfalık bu özetin insanda yarattığı etki düşünülünce müsveddelerin Sharma’nın hayatının seyrini etkileyen başka detaylar barındırdığını anlamak çok da zor değil. 

 


 

Görsel: Mert Tugen

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.