Ey okur! Bugün size bir masal kahramanını, bir modern zaman ozanını, bir yazı büyücüsünü, bir ustayı, kendi ustamı anlatıyorum. O, Kaçkarlar’ın eteklerinde bunun için doğdu, dünyanın enlem ve boylamlarını bunun için dolaştı, gözünün yaşıyla ıslattığı kılıcı örse yatıran son demir mahirini bunun için dinledi, Afrika’nın çöllerini bunun için çekti ciğerlerine, Moğolistan bozkırlarında bunu düşünerek attı her bir adımını, Çin Seddi’ni sırf bunun için yürüdü, Hindistan’da bir tapınaktan diğerine çürütürken ayaklarını, bir Abhaz kızının yazmasını fotoğraflarken hep bu vardı aklında, dünya dolusu masalı da sade bunun için dinledi, okudu; bir cümle daha kurabilmek için... Son kitabı Kayıp Deniz ile kurduğu dil, yarattığı evren itibariyle Özcan Yüksek, dünya edebiyatının kıymetli eserlerinden birine de imza atmış oldu.
“Tanrı göklerdeki cenneti yarattı, işini bitirdikten sonra da, sadece iyi insanlar için ikinci bir cennet olan edebiyatı.” İşte bu ikinci cennetin en derin vadilerinden biri Yüksek’in kitaplarıdır. Birinin sonuna diğeri katılır ve okuru her cümlede biraz daha bilgeliğe yaklaştırır. Bunu yaparken de okurun ruhunu şöyle cümlelerle okşar: “Ey bahtı güzel okur”, “Ey Şaşırmayanlar Ülkesi’nin sakini”... Ustam, bana hep şunu öğütlemişti: “Bir cümleyi asla boşuna yazmayacaksın, içinde muhakkak bir bilgi olacak.” Edebiyatını kurarken bu önemli öğüdün nasıl gerçekleştirildiğini de kitabının kahramanı Korkut Can’dan dinleyelim: “Yöredeki Müslüman ya da Hindu için ortak kutsallıkta bir ağaçtı bilva. Şunu öğrenmiştim; bilvanın üçlü yaprağı, Tanrı Şiva’nın üç önemli görevini gösteriyormuş. Yaratmak, korumak ve yok etmek. Bu üçlü, aynı zamanda Şiva’nın üç gözünü işaret ediyormuş. Daha büyük bir kutsamayı Magha ayı ile Falguna ayı arasına gelen on dördüncü günde yapacaklarmış. Lakin Magha’nın 27’si, en büyük Sivaratri günü olacakmış, bekleyip görmeliymişim, çünkü Tanrı Şiva’nın kendisini ilk belirti olarak bir erkeklik uzvu halinde gösterdiği gün o günmüş. O ölçüsüz uzuv, süt okyanusunda o gün yıkanmış ve örtünmek için bilva yapraklarına o gün sarınmış. Bu yüzdendir ki bilva yaprakları hala günahlardan arınmanın yoluymuş.”
(Görsel çalışma: Carston Oliver Bieraugel)
Kutsal sayfalar
Korkut Can ve peri kızı Sodeva’nın felaketlerin nedenlerini aradıkları, modern çağın aşk, hırs, öfke, inat, sevgi gibi sorunsallarına masalların izinde yanıtlar buldukları yolculuğu anlatan Kayıp Deniz’in sayfaları da işte o bilva ağacının yapraklarına yazılmış gibi, kutsal, kıymetli ve bilge. Üstelik bu yolculukta onlara hortlaklar, ifritler, beden değiştiren, kılıktan kılığa giren korkunç canavarlar eşlik ediyor. Yani hepimizin hayatının tam ortasında durdukları, bize yaşam boyu kimi zaman arkadaş, kimi zaman sevgili, kimi zaman yoldaş kılığında göründükleri gibi. Buna göre, zaman kavramını bir daha sorgulamak gerekiyor mesela. Çünkü masalların içine uzayan gizli geçidin yerini bilen Sodeva’ya göre, tek bir gün vardır. Dün, bugün, evveli gün, daha öbür gün, bunların hepsi tek bir günün içindedir aslında. Sodeva’ya göre gün gider ve gün geri döner. Tıpkı insanlar gibi. “Günün geri dönüşü, yani ertesi gün, aynı insanın biraz daha yaşlanmış ancak dünün etkilerini üzerinde taşıyarak geri dönmesi gibidir, böyle hisset. Gün budur zaten. Tek bir gün vardır. Tamamıyla farklı bir insan gibi her gün, ayrı bir gün gelmez. Kapıdan çıkıp ertesi gün dönen insan, değişen insan aynıdır. Gün de öyle.” Sodeva yalnızca bir peri kızı değil elbette; insanlığın ortak belleği, sağduyusu, bilgeliği ve ruhu. Korkut Can’ın da sadece masalların peşinden giden bir maceraperest olmaması gibi; felaketlere maruz kalan, suçu önce kendinde arayan, yaşam boyu anlamı arayan ve her başlangıçta “Değer mi?” diye soran insanoğlunun bir kitap kahramanında bedene girmiş hali adeta.
Türk edebiyatının Tolkien’i, Ursula Le Guin’i...
Atlas dergisinin genel yayın yönetmeni, yazarı ve fotoğrafçısı Özcan Yüksek, “Çok gezen mi, çok okuyan mı?” sorusunun yaşayan yanıtıdır. Yanıt şudur: Hem çok okuyan hem de çok gezen bilir. Ömrünü bilgiye, insanlığa ve doğaya adayan Yüksek, kitaplarıyla da bu yaşam biçimini tamamlıyor. Onun için Türk edebiyatının Tolkien’i, Ursula Le Guin’i demek eksik kalıyor; anlattığı hikayelerin zaman ve mekandan kopukluğu, karakterlerinin özgünlüğü ve edebi dili ile evrensel eserler kaleme alıyor.
Son bir bilgi olarak; kitaptan elde edilecek gelirin yarısı, Seferihisar köyündeki – Yüksek’in kurucusu olduğu– Doğa Okulu’na bağışlanacak. Bu kitabı elinde tutan herkes, Doğa Okulu’nun hayalperest çocuklarının masallarına giden geçidi biraz daha aralamış olacak, böyle biline.
Çok gezen mi çok okuyan mı bilir sorusuna benim de cevabım okuyan, gezen ve yazan olacaktır. Naçizane gezilerim ve anılarımı kaleme aldığım 'Hayat Yolunda Az Gittim Uz Gidiyorum' kitabımda gezginliğin en azından bana açtığı ufka vurgu yapmıştım. Yollara düşmek her daim heyecan verici, yaşamda itici bir güçtür, en azından benim için.
Yeni yorum gönder