"Tam da burada, bu mağazada birinin bana dünyada olmayı isteyip istemediğimi sormasını diliyorum…" Gezgin Satıcı
Söylemin renkleri hangi atlastan bakarsak bakalım gücünü, okuyucu ile metin arasındaki mesafeleri yıkarak, evrensel cümleler inşa etmesinden alıyor. Dünyanın neresinde olursa olsun dilin içimizde yaşadığını hissettirecek metinlerle...
Almanya'nın prestijli edebiyat ödülü Georg Büchner'in sahibi Wilhelm Genazino'nun O Gün İçin Bir Şemsiye adlı romanı, kerametini isminin içinde faş eden, dünyanın çatısı altında yine de dünyalı olduğu için fırtınalardan, yağmurlardan sakınamayan bir anti kahramanın hikayesi. Anlatıcı son zamanlarda ayakkabı denetçiliği yapan, daha öncesinde dergilerde yazarlık, muhabirlik deneyimi olan, iyi eğitimli, orta yaşı geçkin bir erkek karakter. Dünyada icazeti alınmadan var olma ağrısı, romanın satır aralarında sık sık rastlayacağımız huzurlu bir yakınma olarak, "hikayemiz budur bizim"in uzun soluklu mektubu gibidir.
"Ne zaman mücadele etmem gerekse melankolikleşirim hep. Mücadele etmek zorunda kalacağım, o halde melankolikleşeyim…"
Metin anlatıcının rehberliğinde, yaşamın dokunduğu mekânlar, sokak ve caddelerde, onun tespitlerinin domine edeceği sınırlı bir anlatım seçiminden uzak durarak okuyucuyla hemhal eder. Anlattığı şeyi ıstıraba, saldırgan ya da vahşi bir anlatıya dönüştürmeden, zamanın elinin dokunduğu her tecrübeyi saklamayı arzu eder. Bunu da yaşadığı hayata suskunlaşarak gerçekleştirdiğini düşünür. Ancak bu paylaşılamayan ölümlülük ağrısının onu deliliğe yakınlaştıracağından da endişe duyar. O sebeple sokağa karışır çoğunlukla. Kendini onlara yeniden tanımlamak zorunda kalacağı eski aşklarını, bir yerlerde yitirdiği arkadaşlarını, iyi deriden kesilmiş ayakkabıları ve köprüleri gösterir bize. Anlatıcının duyarlılığı ve açıklığı, ne yaşadığımızı hatırlatan keskin izlenimlerle, az sonra atacağımız adımın ne olacağını düşündüren bir ajanda gibidir aynı zamanda.
Zamanının ruhu
Dünyada defolu bir yer edinmiş olmanın sıkıntısı anlatıcıyı edilgenleştirir. İtiraz edemediği bir huzurla "neden yaratıldım ben" sancısını, sonbahar yapraklarıyla doldurulmuş oda ya da insanlara kişisel nasihatler öngören enstitü gibi fantastik oyunlarda sağaltacağı bir alan yaratır. Ancak en mühim oyununu bütünleşmeyi umduğu aşklarda bina eder. En kadim aşkı, sevgisiyle arasına uzaklık koyduğundan endişelendiği annesidir şüphesiz. Diğer kadınlar bu sevginin bir tezahürü olarak şavkıyacaklardır yalnızca. Genazino, anlatıcının kendine aşkı yasak etmese de onu anlama- hatta bazen ondan korunma- biçimi, sevme ve görme şeklini göstererek, her kadında kendini yeniden yaratırken biz okurları da aşklarımızı nasıl stilize ettiğimizi fark etmeye mecbur kılar. Büyük kaygılarımızı, küçük zafer ve yenilgilerimizi, dünyaya aşkla meydan okuma cüretimizi ölçer. Anlatıcı çoğu kez aşk denen kumaşı giyinse de, her dem karışıktır kafası. Kullandığı parametreler korkularını gözler önüne serer. "Esasen Susanne benim için fazla güzel. Gerçekten güzel kadınlar beni bir tek düşünceye götürüyorlar sadece: Onun için yeterince iyi değilsin. Sadece daha az hoş ve daha az zeki kadınlarla yapabilirim. Bunlar senin gibi olur…" Korkarken, âşık olurken ve incinirken eşitlendiğimiz bir dünyanın basit örneklerinden biridir anlatıcının tuhaf seçimi. Bununla birlikte kendinden, kadınların isteyeceği bir erkek yaratma konformizminden de haz duyar. Susanne'in ya da kuaför Margot'nun ilginç bulacağı, başarılı ve vasatın üstünde bir form bulur kendine. İşte bu form zamanın ruhunun da açık bir okuması olur aynı zamanda.
Susanne'de tıpkı diğerleri gibi etrafını kuşatan dışarının, onaylamak için verilerini deklare ettiği üst değerlerini içselleştirir, o kadar içselleştirir ki "vasatlığın tehdidi", varlık şemasını bir türlü olumlamaz. Hayalleri beri yanda, gerçekliği öte yandadır. Yaşam böyle savuruverir herkesi. Anlatıcının bir ayakkabı denetçisi olarak idame ettirdiği hayatı da, bu üst değerlerin olumladığı bir yeterlilik şeması vaat etmez. Mühim, başarılı ve ilginç biri olamamak karakterleri daha da sıradışı yapar. Ancak tüm bu kendi zamanını yaratamama ve yaşamın içine sığamama durumu, anlatıcıyı varoluşsal sorgulamaların eşiğine getirirken isyana sevk etmez. O, dünyevi olana sırtını vermeksizin tevekkül içinde kendi iç sesiyle mutabakata varır. Bu, yaşamdan anladığını sandığı şey ile uzlaşma değil; el etek çekmenin, iç avlulara çekilmenin bir yolu gibidir. Metinde eşya bu boş vermişliğin tanıklığını yapar. Devamlı surette denenen ayakkabılar, anlatıcının geçiciliğini, dünya misafirliğinin mekânsızlığını da işaretler öte yandan.
Genazino ölümün, bedenin uğradığı değişim ile kaçınılmaz olduğunu ilginç bir şekilde betimler. Eski iş arkadaşı Regine'le seviştikten sonra anlatıcı, kızın isteği üzerine onun memelerine bakar. Bir zaman büyük ve gergin meme uçlarıyla gurur duyan Regine, bu yaşam belirtisini yitirmiş ölgün meme uçlarından rahatsızlık duyar. Tam o anda anlatıcı ve kız arkadaşı, ölümü anımsatan bu bedene birlikte susarlar…
O Gün İçin Bir Şemsiye, Frankfurt caddelerini isimsiz anlatıcısıyla beraber yürüdüğümüz, sancılı ruhların bir panoraması. Onun isimsizliği, faniliğin hafifliğinde yaşama savaşını terk etmiş ruhları da çoğaltan önemli bir tercih. Türk ve dünya edebiyatında –hatta sinemada- benzer örneklerine rastladığımız "ıssız" erkek tipolojisinin bir örneği kuşkusuz. Ancak derin gözlem becerisi ve kendi derisini tarazlayan, ruhunu kalınlaştıran her tüneli feneriyle aydınlatan anlatıcının bize söylediklerine kulak asmamak mümkün değil. Hayatlarının yağmurlu ve uzun bir günden, bedenlerinin de o gün için gereken bir şemsiyeden başka bir şey olmadığını hissetme noktasına gelmiş insanların sıkıntısı O Gün İçin Bir Şemsiye. Kitap kapağındaki ters dönmüş bardağın yarattığı çıkışsızlık, Çağlar Tanyeri'nin çevirisiyle bütünleşerek, metnin kuşandığı umutsuzluğu daha da derinleştiriyor.
* Görsel: Andrea Löfke
Yeni yorum gönder