Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir Fani: Panait Istrati!



Toplam oy: 121
Onun romanları herkese açık bir bahçe gibidir. Bu bahçeye herkes girebilir ve yaşamın sırrını öğrenebilir. Bu sır çok basittir; dünyanın geçici bir yer olduğunu bilerek yaşamak ve dostluğun, özgürlüğün, aşkın tüm kelimelere galebe çalacak denli yüksek duygular olduğu gerçeğini kat’a unutmamak…

Panait Istrati 1884 yılında Romanya’nın İbrail şehrinde dünyaya gelmiş. Henüz dokuz aylıkken yaşadığı bölgede meşhur bir tütün kaçakçısı olarak bilinen babasını kaybeden Istrati, çamaşırcılık yaparak hayatını idame ettiren annesiyle onun memleketi olan Baldovinesti’ye dönmüş. Çocukluğunun bir kısmını bu şehirde geçirmiş. İlk gençlik yıllarında Rumen halk hikâyelerini, Rus ve Fransız kurmacalarını okumuş. Birçok işte çalıştıktan sonra Yunanistan, Mısır, Suriye, İtalya gibi Akdeniz’e kıyısı olan ülkeleri gezerek buralarda çeşitli serüvenlerin öznesi olmuş. Bu geziler esnasında kendini Fransızca sözlük okumaya adayarak Fransızca öğenmiş. Politik rüzgârların içinde savrulup edebiyatın siyasetten daha önemli bir mefhum olduğuna kanaat getireceği yıllara kadar çok kez derin buhranlar yaşamış ve bu kriz anlarından birinde Fransa’nın Nice şehrinde intihara yeltenmiş. 1929 yılında Sovyetler Birliği Rusya’sına yaptığı bir gezi onun hayatında bir kırılma noktası olmuş ve o günden sonra komünist, devrimci fikirleri kabuk değiştirmiş. 1935 yılında hayata veda eden yazar Rumen asıllı olmasına karşın eserlerini Rumence değil çoğunlukla Fransızca yazmıştır.

 

Dünya edebiyatında “Balkanların Gorki’si” olarak tanınan Panait Istrati’nin hayatının son dönemlerinde bu niteleme den pek memnun olmadığını söylemek lazım. Zira Istrati’nin ve Gorki’nin eserlerinin tamamına yakınını incelemiş bir okur olarak ben de, aralarında bahsedildiği gibi büyük bir benzerlik olmadığını düşünenlerdenim.

Istrati’nin herkese açık bahçesi
Istrati, 19. yüzyıldaki Balkanlar’dan Kuzey Afrika’ya kadar olan geniş bir coğrafyada kızaran, solan, dönüşen renkli hayatları filtrelere gerek duymadan en saf haliyle anlatmayı yeğlemiştir. Onun mütevazı hacimli eserlerindeki sahneler, kelimelerle dövülmüş fotoğraflar gibidir. Bu eprimiş fotoğrafların kenarlarında çalakalem tutulmuş notlar vardır. Aşkı, dostluğu, yoksulluğu ve dahi ölümü eserlerinin ortasındaki adaya yerleştiren Istrati bu adayı kuşatan mavi denizin ahengini, içindeki balıkları, dibindeki hayatları, üstündeki sandalları her bir katmanına kendi gölgelerini ekerek anlatmıştır. Onun romanları herkese açık bir bahçe gibidir. Bu bahçeye Katolik bir Rumen girebileceği gibi pekâlâ Ortodoks bir Yunan, Müslüman bir Türk, inançsız bir Rus ya da takvası zayıf bir Arap girip yaşamın sırrını öğrenebilir. Bu sır çok basittir; dünyanın geçici bir yer olduğunu bilerek yaşamak ve dostluğun, özgürlüğün, aşkın tüm kelimelere galebe çalacak denli yüksek duygular olduğu gerçeğini kat’a unutmamak…
Onun masmavi göğün altında uzanan kıvırcık ağaçlarla kaplı bahçesine zalim bir derebeyi, aynı kıza âşık iki dost, yakalandığı ağda can çekişen pörtlek gözlü bir balık, ayran gönüllü bir güzel, safsalak bir kasabalı, maraz çıkaran bir kabadayı, küfürbaz bir çocuk, yolunu şaşırmış bir martı, kıyıya vurmaktan usanan köpüklü dalgalar, gövdesi pas tutmuş bir bisiklet, dolambaçlı sokaklar, yırtık pabuçlar, sünger avcısı, serkeş bir delikanlı, romantik bir ayyaş, delikli bir kâbus, cumbalı evler, külüstür gemiler, nargile tüttüren bir dert babası, âlemci bir ihtiyar, geçmişte kalmış bir an ya da kan ter içinde çalışan köylüler girebilir ve bunlardan hiçbiri yerini yadırgamadan birbirleriyle konuşup dertleşebilir. Zira Istrati, yapışkan bir sıvıyla kapladığı eserlerinde birbirleriyle uzlaşmaz gibi görünen kavramları, tezatlıkları bir arada tutmayı ve bu uyumsuzluklardan herkese neşe vaaz eden bir müzik üretmeyi başarır.
Derin bir idrak gücü
Istrati’nin çattığı roman iskeleti, girift oyunlara, yoğun okumalar neticesinde cisimlenmiş matematiksel tekniklere veya türlü edebiyat kuramlarına dayanmaz. O, güdük sayılacak ömründe gördüklerini, duyduklarını, kokladıklarını derin bir idrak gücüyle tarif etmek istemiştir sadece. Yaşadıkları, yaşamadıkları ve yaşayamadıkları kalın bir urganın üç düğümüdür. Bu ipin boşluklarında kıvamı yoğun hayatlar vardır. Istrati’nin karakterlerine de zerk ettiği bakış açısına göre bir evrendeki en önemli mesele şerefli bir insan olarak yaşayıp geride kalan dostlarının seni güzel hatırlamasıdır. Yazarın Türkçeye çevrilmiş başlıca eserleri; Akdeniz, Kodin, Naratzula (Sokak Kızı), Arkadaş, Kira Kiralina, Angel Dayı, Baraga’nın Dikenleri, Perlmutter Ailesi ve Sünger Avcısı’dır. ‘’Allah büyüktür” ve yeryüzünde her şey olacağına varır.’’

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.