Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir göç esintisi



Toplam oy: 1505
Tanıl Bora
İletişim Yayıncılık
Sayfiye, biribirinden bağımsız anlatımlardan oluşturulmuş bir kitap. Yine de sanki bir romanı anımsatıyor gibi.

Sayfiye, adına tatil dediğimiz tatlı bir yolculuğu anımsatır akla düştüğünde. İlk yazın serin balkon sefalarına, denize gitmek için yapılan hummalı hazırlıklara, iki ağaç arasına kurulan hamak uykularına iç çektirir sonra. Deniz yorgunluğu, pike altında öğle uykusu ve tembelliğin haklı çekiciliği, tadını bir kez almış kimselerin içini ağır usul sayfiyeye kaydırır. Çünkü tatil dediğimiz şey doğaya karışınca anlam kazanır. Şehir yorgunluğundan sıyrılmak için güzel bir koydur sayfiye.

 

Tanıl Bora'nın derlediği Sayfiye kitabı düşündürüyor bunları bana. Yazın gelişinin de katkısı var tabii. Seçki sunuş yazısından itibaren üç ayrı bölüme ayrılmış. Sayfiyenin tarihçesi, sayfiye yerleri ve sayfiye ruhu. Metinlerin ortak hareket noktası ise çoğunlukla anılar, fotoğraf kareleri ve çocukluk yılları.

 

Sayfiyenin tarihçesi bölümündeki ilk metinde, Osmanlı dönemindeki sayfiye göçü ele alınarak incelenmiş ve günlük yaşam, tarihin bir köşesinden alıntılanarak aktarılmış. Bu açıdan bakıldığı zaman, Mehmet Ö. Alkan'ın anlatımının aynı zamanda belgesel niteliği taşıdığını da söyleyebiliriz. Metinde, gelenek haline dönüşen bu kültürün, ne tür sınıfsal ayrımlardan geçerek kendisini tamamladığını da ayrıca gözleme imkanı bulabiliriz. Osmanlı sayfiye göçü, İstanbul'un sayfiye yerleri, sayfiyede giyim kuşam, halkın sayfiyeye göç zamanı gibi alanlara da değinilerek toplum içerisindeki göç hareketi, ayrıntılı olarak ele alınmış. Bu sayede anlıyoruz ki, mevsim geçişine denk gelen göç, Osmanlı sosyal hayatında önemli bir yer tutuyor. Saray ve çevresinin sayfiyeye verdiği önem, bütün hatlarıyla belirginleşiyor.

 

Temel ihtiyaç sessizlik ve sakinlik

 

 

Anadolu'daki sayfiye yerlerinin anlatıldığı ikinci bölüm, daha çok kişisel hatıraların toplamından meydana getirilmiş. Bu sayede değişim, bugüne gelene kadar ne tür aşamalardan geçmiş, varlığına ne gibi yenilikler eklemiş daha açık görülebiliyor. Modern dünyanın gelişimiyle beraber mekanların ve sayfiye yerlerinin farklılaşması da aynı şekilde görülebiliyor böylece. Çoğu değişime uğrayan sayfiye yerlerinin dışında, değişime uğramayan bir yer de var bu anlatımlarda; Erdek. Mahir Ünsal Eriş, yazısında ömrümün en güzel kazası dediği ve hiç bozulmadan duran Erdek'ten bahsediyor. Diğer bütün mekanlar öyle ya da böyle değişime uğrarken, Erdek'in ilk gün tazeliğiyle hatırlanması, aslında gösterdiği dinrencin en somut kanıtı. Bir zamanlar orta sınıfın uğrak yeri olan Erdek'in, artık tercih edilmemesine de özellikle değinilmiş. Buna sebep olarak da Marmara Denizi'nde artan kirlenme ve kıyılarında çoğalan yapılaşmaların yarattığını sıkıntılar kaynak gösterilmiş. Öte yandan değişen ekonomik durum, orta sınıfa sunulan yeni tatil seçeneklerini değiştirince, yeni arayışlara yönelim de bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olmuş, doğal olarak. Turizm piyasasının hırçın talanından kurtulan Erdek, edebiyata konu olmasıyla birlikte kendini yeni baştan yaratacak gibi görünüyor ama. Tıpkı Eriş'in hikayelerinin geçtiği Erdek sokakları, çay bahçeleri gibi.

 

Bölümün devamında Behçet Çelik'in sahillerden yaylalara yürüttüğü sayfiye yaşamına yer verilmiş. Kentten kırsala yönelen göçün doğal yaşama birebir kanalize olma meselesi, buradan hareketle işlenmiş. Yayladaki yaşam, kalabalıklardan sıyrılan aile bireylerinin kendilerini tazeleme faaliyeti olarak tanımlanırken, aslında temel ihtiyacın sessizlik ve sakinlik olduğu gerçeği, içten içe belli oluyor. Sayfiye yerleri bölümündeki diğer yazarların metinleri, ortak bir naifliği bünyesinde eritiyor. Murat Metinsoy, Feridun Düzağaç, Murat Dalbatan, Sedat Yurtdaş, Kıvanç Koçak ve Emel Uzun, kaleme aldıkları metinlerle kendi geçtikleri mekanları hatıralarıyla yoğurarak hikaye ediyorlar.

 

Kitabın son bölümünde ise sayfiye ruhuna dair anlatımlar yer alıyor. Hayatın akış çizgisi değiştikçe, eskimeyen hatıra izleriyle bir fotoğraf karesinden çocukluğa uzanan yaşanmışlıklar aynı yoldan yürütülüyor. Boğra Kantürk ve Özge Calafato, farklı bir çalışmayla sayfiye ruhunu karşılıklı olarak resmetmişler. Sayfiye raporu başlığı altında ilerleyen çalışmada, Boğra Kantürk'ün 2011 yılında çektiği foroğraflardan yola çıkarak kısa metinler yazan Özge Calafato, yaşanmış anıları giydirip kuşandırmış, aramıza salıvermiş. Böylece yaşayan her şey, nesneler de dahil olmak üzere nefes alabilmiş.

 

 

Sayfiye, biribirinden bağımsız anlatımlardan oluşturulmuş bir kitap. Yine de sanki bir romanı anımsatıyor gibi. Hikaye edilen yaşanmışlıklar, bu durumun önünü fazlasıyla açıyor.

 

Kitapta yer alan yazarlar: Cihan Aktaş, Mehmet Ö. Alkan, Sema Aslan, Onur Baştürk, Aslı Biçen, Tuncay Birkan, Gaye Boralıoğlu, Özge Calafato Baykan, Onur Cankoçak, Behçet Çelik, Zeynep Dadak, Murat Daltaban, Feridun Düzağaç, Mahir Ünsal Eriş, Borga Kantürk, Merve Kayan, Kıvanç Koçak, Murat Meriç, Murat Metinsoy, Levent Şentürk, Emel Uzun ve Sedat Yurtdaş

 

 


 

 

Görsel: Tasha Goddard

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.