Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir Hasan Ali Toptaş Sergisi: Efendime Söyleyeyim



Toplam oy: 2146
Hasan Ali Toptaş
İletişim Yayınevi

Hasan Ali Toptaş takipçisi okurlar, onun “yazmaya başlama” serüvenini yazarın kendi ağzından duymuşlardır muhtemelen çünkü Toptaş kendisiyle yapılan söyleşilerde hoş sohbetle anlatır hikayesini. Bu kez aynı hikayeyi daha ayrıntılı biçimde, kendisi için yani Hasan Ali Toptaş adına hazırlanan bir kitapta anlatıyor. Mesut Varlık’ın hazırladığı, yazarın bütün eserlerini yayınlayan İletişim Yayınları tarafından basılan Efendime Söyleyeyim adlı “Hasan Ali Toptaş Kitabı”nda kendisiyle yapılan söyleşide yazar, çocukluğunda kitapların dünyasına girişini, geçirdiği bir hastalık sonucu kafasının bir bölümünün kelleşmesine bağlıyor. Diğer çocukların, onun kafasındaki saçsız yere bakıp da ona aynalı diye seslenmesi kelliğin çocuk utancını kendi içinde yaşamasına neden oluyor. Kafasındakinden daha büyük bir yara alıyor bu defa Hasan Ali ve kendi deyişiyle kasabalılara sırtını dönüp sadece yazarlarla konuşur gibi hissediyor: “Okuyarak kendimi kelimelerin arasına saklayabildiğimi görünce, galiba daha sonra bunu yazarak da yapabileceğimi düşündüm.”

Toptaş’ın kendi deyişiyle/sözüyle sıklıkla hikayeleştirdiği yazma serüvenine mümkün olduğunca tanıklık etmeye çalışan bir kitap hazırlamış Mesut Varlık. Aslında kitabın ilk bölümü bir tür giriş gibi. Bu ilk bölümde, yazarın sesini duyuyoruz onunla yapılan söyleşide. Sonra bu kitabın da esin kaynağı sayılan Hasan Ali Toptaş sempozyumundan bir konuşma metni –Süha Oğuzertem’in konuşması- bizi, hem elimizdeki bu kitabı hem de yazarı açarak okur olmaya davet ediyor. “Çevirmenler” başlıklı ikinci bölümde yazarın başka dillere çevrilmiş eserleri ve sinemaya ya da diğer sahne sanatlarına uyarlanmış metinleri üzerine yazılmış yazılar aracılığıyla farklı Hasan Ali Toptaş deneyimlerini okuyoruz.

“Hat Okumaları” –Hasan Ali Toptaş kitapta Hat kısaltmasıyla anılıyor- başlıklı üçüncü bölümdeyse yazarın külliyatı üzerine,  farklı eleştirmenlerin yorumlarını irdeleme ve yazar üzerine derin derin düşünme imkanı buluyoruz. Dördüncü bölümün “Dost Meclisi” pek çoklarına en fazla keyif verecek yazılardan oluşuyor. Yazarı bu kez de diğer yazar arkadaşlarının kaleminden takip ediyoruz, belki gündelik hayatı paylaşacak gibi oluyoruz bu yazılarla. Gerçi zaten onun tevazuyla sarmalanmış bir kişiliği olduğunu fark etmeyen/tahmin etmeyen ve Türkiye’nin Kafka’sı sıfatını pekiştiren memuriyetinden haberdar olmayan yok gibi ama bir de dost sohbetlerden çıkarıyoruz bütün bunları. Örneğin, Hasan Ali’nin nasıl öfkelenebileceğini, Faruk Duman’ın karakalem bir portreyi andıran metninde görüyoruz.

Kitapta bir son söz bölümü yok. Beşinci bölümü başlıklandırırken “Son Söz Olmayacak” denmiş. Bu son bölümde bir son söz yerine geniş bir kaynakça daha doğrusu Hasan Ali Toptaş üzerine yazılan yazılara dair bir bibliyografya ve okuma önerileri var. Son sözün söylenmemiş olması daha yazılacak, anlatılacak çok şey olduğunu ima ediyor.

Aslında “Hat Okumaları” bölümünün son yazısında İshak Reyna, yazarın Harfler ve Notalar  kitabındaki metinler üzerine söz söylerken Efendime Söyleyeyim adlı bu Hasan Ali Toptaş kitabını da yazarın tüm külliyatıyla birlikte oldukça güzel bir analojiyle değerlendiriyor: “Görünen o ki, roman ya da kitap boyutlarındaki bir inceleme ile, öykü, şiir, deneme gibi daha kısa yapıtların yazılması kadar, okunması, tadı arasında da esaslı bir fark, ciddi bir başkalık var: İlk öbektekiler, daha çok uzun metrajlı bir filmi (oyunu, operayı, senfoniyi), dilediğinizce durdurup başlatabileceğiniz bir ortamda seyretmeyi andırıyor. 2. öbekse, daha çok, bir müzik parçası dinlemeyi, tek bir resme, fotoğrafa ya da karikatüre bakmayı. Onlardan oluşan bir kitabı okumak da, bir albüm dinlemeyi ya da sergi dolaşmayı (elinizdeki gibi derlemelerse, tematik karma sergileri).”

Toptaş’ın külliyatına hakim olanlar için nasıl ki Harfler ve Notalar adlı yazılarını derlediği kitaptan eksik kalmak olamazsa Efendime Söyleyeyim’i incelememek de olmaz. Harfler ve Notalar İshak Reyna’nın tabiriyle bir albüm kitapsa, Efendime Söyleyeyim üst başlığına sahip bu Hasan Ali Toptaş kitabı da yine Reyna’nın tariflediği türden bir tematik karma sergidir.

Harfler ve Notalar’da bir yazarın yazma sürecini, yazdıklarını eşeleyişine tanık oluruz. Ancak asla çözümlemez yazdıklarını Toptaş, alt metinleri gösteren kaba saba oklar çıkarmaz, şemalar çizmeye kalkmaz.  O romanlarının hikayesini daha doğrusu serüvenini bir kitap boyunca anlatabilecek bir yazardır: “…birtakım sisli alanları ve sayfalara yayılan ortak müziğin gizli notalarını anlatabilmek için, Uykuların Doğusu’nun yazılış serüvenini bir kitap boyutunda yazmak isterdim aslında.”

Toptaş yazdıklarını eşelerken kuru çözümlemeler, çıkarımlar yapmaz. Romanlarından bahsederken de hikaye anlatıcılığını elden bırakmaz. Sözgelimi,  Uykuların Doğusu’na başlarken herhangi bir pusulası olmadığını; karakterleri, hikayeleri metnin içinde oluşturacağını bildiği için sadece ilk cümleyi aradığını ‘itiraf eder’. Gölgesizler’i de andıracak biçimde, anlatıcısı metni metnin içinde yazmıştır ve yazarken de kaybolmuştur. Gölgesizler’deki diğer kahramanların kayboluşu gibi... Öyle ki Gölgesizler’in bütünü bir “kayboluşlar romanı”dır.

Harfler ve Notalar’ın ardından Efendime Söyleyeyim’le birlikte Hasan Ali Toptaş külliyatı bir kere daha tamlanır, bütünlenir. Onun parçalı, kesintili ama kendi içinde bütünlüklü yapıtları gibi… Metinlerinde dağılmış, kaybolmuş hikayelerinin/kahramanlarının sonunda –bazen en başa, ilk cümleye dönerek- muhakkak yolu bulması, tamlanması gibi…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.