Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir hikayen varsa ölebilirsin!



Toplam oy: 1044
Üstüngel Arı
Esen Kitap
Hikâyesi Olan Ölüler, konusu ölüm olan bir roman, adından da beklenileceği gibi. Ölümle başlayıp ölümle bitiyor ve zaten başka bir şeyden bahsetmenin de âlemi olmadığını hatırlatıyor.

Sağlığında yazdığı hiçbir şeyin yayımlandığını göremeyen Fransız aforizmacı Joseph Joubert'in bugün bildiğimiz birçok özlü sözü bulunuyor, ancak bir tanesi var ki, sık ve nitelikli kitap okuyanların aklından hiç çıkmaması gerekiyor: "Bir eserin sonu, daima başlangıcını hatırlatmalıdır." Joubert haklı; bir romanın son sözcüğünü okuduktan sonra ilk yaptığımız, öykünün başlangıcını yeniden yaşamaksa, o roman gerçekten iyi bir romandır. Bize, çok satan romanlarda olduğu gibi dikey bir yolculuk yaptırmamıştır. Tempo giderek yükselmiş ve başladığımız noktadan tamamen kopmuş bir yerde bırakmamıştır. "Sürükleyici, nefes kesici, elinizden bırakamayacaksınız," diye yutturulmaya çalışılan kitapların bir numaralı zaafıdır bu, ancak onları sattıran da bu zaaftır ne yazık ki. İyi bir roman, bize sürekli tırmandığımız, seviye atladığımız, ilerlediğimiz bir okuma deneyimi sunmak zorunda değildir, derinlemesine bir okuma sunması yeterlidir. Önemli olan her bir sayfayı hızla tüketip geride bırakmak olmasa gerek. Mümkünse o sayfayı tekrar ziyaret edip kitabın içinde kalmak olmalı tercihimiz.

 

Üstüngel Arı'nın Hikâyesi Olan Ölüler adlı romanını okuduğumda, aklıma ilk düşen Joseph Joubert'in yukarıda geçen sözüydü. Genç yazar, kurgusuyla, öyküye girişi ve çıkışıyla son derece olgun bir metin ortaya çıkarmış bu romanda. Aslında kitabı okumadan önce Altay Öktem'in yorumunu okumuş ve nasıl bir kitapla karşılaşacağımı tahmin etmiştim ya da daha doğrusu, tahmin ettiğimi sanmıştım. Üstat, "Biraz sonra bir roman okuyacaksınız ve hayatınız değişmeyecek. Ama değişen bir şey olacak: Artık hayatınız değişmediği için küfredebilecek olgunluğa erişeceksiniz," diyordu. Belli ki sert bir kitap olacaktı. Bir yeraltı edebiyatı örneği olduğu aşikârdı; ama yerin ne kadar altından seslenecekti yazar? Yüzeysel edebiyatın temeli sağlamdır çünkü, derinlemesine bir edebi deprem yaratmak için sadece sert olmak yetmez maalesef. Üstüngel Arı ise, bu sertlik bağlamında değerlendirilmeye muhtaç olmayan bir eser çıkarmış ortaya. Sert olmaktan başka ne gerekiyorsa, bu romanda var. Kahramanlarının netliğinde, kurgusunun sağlamlığında, dilinin sadeliğinde, zihniyetin tutarlılığında, zamanın ve mekanın yerli yerinde kullanımında… Ve konusunda elbette.

 

Konusu ölüm olan bir roman bu, adından da beklenileceği gibi. Ölümle başlayıp ölümle biten ve zaten başka bir şeyden bahsetmenin de âlemi olmadığını bize hatırlatan bir roman. Zaten yazar da bu bağlamda, ilk sayfadaki bir Albert Camus alıntısıyla okurunu davet ediyor romanına: "Yaşama nedeni denilen şey, aynı zamanda çok güzel bir ölme nedenidir de." Bu alıntının sadece bir süsten ibaret olmadığını anlıyoruz kitabı okuduğumuzda. Üstüngel Arı'nın pratiğe döktüğü, kahramanlarının hikayeleriyle bize doğruladığı bir gerçek bu. İşte bu "hikayesi olan" kahramanların nasıl, ne zaman, neden öldüğünü ya da öleceğini okuyoruz yaklaşık 150 sayfa boyunca.

 

Bu dünyada beyaz giyilmez!

 

Hikâyesi Olan Ölüler'in, küfürü, argosu bol, sokak kültürü zengin, cinselliği şeffaf, popüler kültür göndermeleri yerinde bir roman olduğunu söyleyebiliriz. Cem Karaca'dan Ümit Yaşar Oğuzcan'a ve Turgut Uyar'a, Eagles'tan Judas Priest'e kadar birbirinden farklı renklere gönderiyor bizi yazar. Biraz Kadıköy, biraz Beyoğlu'nun başrolü paylaştığı, Galata'nın ve İstiklal'in havasını soluduğumuz, dünyaya pembe gözlüklerle bakmayan, bizi siyah giymeye davet eden bir öykü bu. Romanda söylendiği gibi, "Dünya beyaz giyilecek kadar temiz bir yer değil," çünkü. Ancak bunlar bizi ters köşeye yatıracak unsurlar değil. Asıl şaşırtıcı ve beklenmedik olan, romanın politik boyutu. Bizi Diyarbakır Cezaevi'ne, işkencecilere, darbe sonrasına götüren kesitlerin önemli bir yer kapladığı romanda, aslında politik bir figür ya da kahraman olmamasına rağmen belirgin bir söylemin öne çıktığını fark etmek ve bu söylemin didaktikleşmeden metne yedirilmiş olduğunu görmek mümkün.

 

Öykülerini dinlediğimiz "ölümlü" ve "ölümcül" kahramanlar bir yana, anlatıcımızın kendisi de ölüme güzelleme yapan, "Her doğum, ölüme gebedir," diyen bir yeraltı adamı. 24 yaşındaki Bilen Okur, başarının, paranın peşinde olmayan, sistemin bir parçası olmaktan kaçınan, takım elbise giymek istemeyen biri. Hiç resimli çocuk kitabı olmayan, gece uyumadan önce mutlu sonla biten renkli kitaplar yerine klasiklerle hayale dalan, ailesinin doktor ya da avukat olmasını beklediği ama bunun tam aksine, "Bir hayal kırıklığı olmak istiyordum ailemin gözünde, başarısız bir proje olmak istiyordum," diyen, aklı başka yerlerde olan bir kahraman. Anlatacak bir hikayesi olmadığına inanan, o yüzden de hikayesi olan insanları anlatan, yine de romanın sonunda gördüğümüz gibi fazlasıyla anlatacak bir şeyleri olan, hem de sıradan değil, gayet "damardan" bir hikayesi olan biri.

 

Elbette ölüme güzelleme dediğimizde aklımıza intiharın gelmesi kaçınılmaz. Zaten romanın başında da bir intihar öyküsünün detaylarını öğreneceğimizin ipuçlarını görebiliyoruz ama yine de romanın finalinden hiçbir şey eksiltmiyor bu. Bu bir intihar öyküsü ve aynı zamanda bir intikam öyküsü. İntiharı ve intikamı şöyle birbirine bağlıyor yazar: "Dünyadaki herkesi öldürmek gerekirdi unutabilmek için; her şeyi ve dünyadaki herkesi öldürmenin en kolay yolu, kendini öldürmekti." Romanın sertliği bir intikam öyküsü olmasından kaynaklanıyor, ama Hikâyesi Olan Ölüler'in bir aşk öyküsü anlatmadığını kimse söyleyemez. Sıradan bir aşk öyküsü değil elbette, zaten bu kitapta "sıradan" bir şey yok. Bireysel ve toplumsal meselelerin aynı potada eritildiği, psikolojinin ve ideolojinin yüzleştiği, sert ama hassas meselelerin cesurca kaleme alındığı bir roman bu. Üstüngel Arı'nın genç bir yazar olması ve bu kitabın yazarın ilk romanı olması da eserin değerini artırıyor.

 

Yazının başlangıcında andığımız Joseph Joubert'in, üzerine uzun uzun kafa yorulabilecek bir sözü daha vardır: "Çözebileceğiniz bir şeyi asla kesmeyin." İşte, Üstüngel Arı da kesmiyor romanındaki öyküyü, kurgunun döngüsünü, kahramanın çıkmaz sokakta biten yolculuğunu; tam aksine, çözüyor onları. Tam da bu çözülmeyi ve hatta çözümlemeyi sağladığı için iyi bir roman Hikâyesi Olan Ölüler. Çıkmaz sokakların aslında bir yerlere çıktığını gösterdiği için de...

 

 


 

 

* Görsel: Dilem Serbest

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.