Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir insanın kaç hayat hikayesi vardır?



Toplam oy: 1256
Tayfun Serttaş
Aras Yayıncılık

Osep Minasoğlu, İstanbul Samatya'da, 26 Şubat 1929'da doğmuş. Ermeni cemaatinden bakkaliye toptancısı babası hayattayken iyi sayılabilecek bir hayatları varmış. Minasoğlu, anaokulunu İtalyan Rahibe Okulu'nda bitirmiş. O sıralarda babasını kaybetmiş. Evin büyüğü olarak ağabeyi aileyi sahiplenmiş. Osep’e adeta babalık yapmış. Saint Benoit Fransız Lisesi'ne devam ederken ilk felaketi, Varlık vergisi’ni yaşamışlar. Aile tüm mal varlığını kaybetmiş. Liseyi son sınıfta terk eden Osep’in fotoğraf merakı kolayca iş bulmasına yaramış. Beyoğlu'ndaki Kodak şirketinde çalışmaya başlamış. Samatya’da kendi işyerini, Stüdyo Paris’i açmış. İşleri yoluna girerken ikinci felaket, 6-7 Eylül olayları olmuş. Çalıştığı Kodak şirketi de, kendi dükkanı da yerle bir edilmiş. İstanbul’da çalışma ortamı bulamayan Minasoğlu da bir yolunu bulup Paris'e gitmiş. Paris’te fotoğrafçılığın inceliklerini öğrenmiş. Altı yıl çalıştıktan sonra İstanbul'a dönmüş ve dönemin en büyük fotoğraf stüdyosunu Stüdyo Osep’i kurmuş. Fotoğrafçılıktaki tüm gelişmeleri yakından takip etmiş. İlk otomatik baskı makinelerini, ilk diyapozitifleri, ilk renkli baskıyı Türkiye'ye getirmiş. Beyoğlu’ndaki stüdyosunda Yeşilçam'ın ünlü isimlerinin fotoğraflarını çekmiş. Reklam fotoğrafçılığının ilk sanatçılarından olmuş. Çok para kazanmış. 12 Eylül askeri darbesi ile üçüncü büyük felakete uğramış, her şey tersine dönmüş. Terör, sokağa çıkma yasakları, kapanan iş yerleri, grevler işlerini olumsuz etkilemiş. Aldığı yanlış kararların da etkisiyle kısa sürede tüm mal varlığını kaybetmiş. Fotoğraf makinesiyle başbaşa kalmış. Eski dostların küçük yardımlarıyla yaşamaya çalışırken hayatına bir melek girmiş. Onlarca yıl önce tanıştığı Matmazel Maya İsviçre’den çıkıp gelmiş, Osep’i bulmuş ve ona yardım elini uzatmış. Osep’in hayatının son demlerinde sığınacağı küçük bir odası, az da olsa düzenli bir geliri olmuş.

“Stüdyo Osep” kitabının yayınlanması ise bir tesadüfe dayanıyor. On yıl kadar önce, o zamanlar antropoloji öğrencisi olan Tayfun Serttaş’la bir otobüs durağında tanışıyorlar. Osep, beş parasız yola düşen Tayfun Serttaş’a bir otobüs bileti veriyor. Ve Tayfun Serttaş bu bir anlık tanışmada hemen ilgisini çeken bu tuhaf adamın izini sürüyor. On yıllık bir çalışmanın sonucunda Stüdyo Osep (Aras Yay.) kitabı, bir sergi ve bir video çalışması ortaya çıkıyor.
"Stüdyo Osep" kitabı, "Biyografi", "Retrospektif" ve "Tanık" başlıklı üç ana bölümden oluşuyor. Kitapta, Samatyalı bir Ermeni aileden gelen Osep Minasoğlu'nun aile yaşantısı, 1915, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül gibi tarihsel dönüm noktalarının yanı sıra, bir stüdyo fotoğrafçısı olarak yaptığı çalışmalardan örnekler de yer alıyor. 70’li, 80’li yılların Beyoğlu ve Yeşilçam’ını yansıtan, portreleriyle ve mizansenli fotoğraflarıyla birlikte Osep Minasoğlu’nun hayat hikayesi de anlatılıyor. 

Tayfun Serttaş'ın Osep Minasoğlu'nun 90 yıllık hayatını fotoğrafçı ve İstanbullu bir azınlık mensubu olarak iki yönden anlatıyor. Çocukluk yılları ve ailesi ile ilişkileri dışında özel hayatını ise sadece bir kez, iflas gittiği yıllarda birlikte yaşadığı sevgilisi Claudia ile ilişkisi ekseninde kısaca anlatıyor. Sonuçta kitap, bir döneme tanıklık etmiş bir fotoğrafçıya ve kaybolmakta olan eserlerine yeniden dikkati çekmek amacında olduğu için bu durum normal karşılanabilir, ama “Tanık” başlıklı bölümde kendi ağzından hayat hikayesini anlattığı videonun yazıya dökülmüş halini ve Fatih Özgüven’in kitaptaki yazısını okuyunca Osep Minasoğlu’nun “Parisli Amca” yönünün, yani oldukça renkli olduğu anlaşılan özel hayatının, aşk ve ilişkilerinin kitaba yansıtılmadığını, böylelikle üç boyutlu bir hayatın bir yanının tamamen eksik bırakıldığını anlıyoruz. Osep Minasoğlu’nun bu yönünün hayatının gelişiminde önemli bir rolü olduğunu, hayatının bazı dönüm noktalarını etkilediğini düşünüyorum. Tabii ki sanatçının eserlerine odaklanan bir kitaptan çok özele girmesini bekleyemeyiz ama sanatını etkilediği yerlerde mahremiyetten de söz edilebilirdi.
“Stüdyo Osep” bize Cumhuriyet tarihinin önemli dönüm noktalarını yaşamış, ondan etkilenmiş bir sanatçının hayat hikayesini anlatırken Türk sinema ve eğlence hayatının bir dönemine de fotoğraflarla tanıklık ediyor. Tavsiye ediyorum.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.