Özlediğimiz ve bugün son derece yapay biçimde şehirlerin sağına soluna kondurmaya kalkıp gülünç duruma düştüğümüz mahalle kültürünün, biraz hoyrat ama hep samimi bir ortamı vardı. Oraların, yazılı olmayan kuralları ve dilden dile dolaşan tarihi söz konusuydu.
O mahallelerin kimi kentsel bölüşümün yarattığı ranta kimi de göçe kurban gitti. Hâlâ yaşayanlar var mı? Var. Bazısı büyük kentlerde soluk alıp vermeye uğraşıyor bazısı da bir kurgu olarak karşımıza çıkıyor. Mehmet Batur'un Madunköy romanındaki gibi.
Kim bu Madunköylüler?
Madunköy, mizacı sert, kavganın gürültünün eksik olmadığı bir İstanbul mahallesi; üstelik kenarda kalmış (belki de bırakılmış), delikanlısı bol, mevzusu sağlam. Sokaklarına öyle kolay girilmeyen, girildi mi çıkışı zor bulunan bir yer.
Mahallede yok yok; abiler, kabadayılar, kör karanlıkta nöbet tutanlar, ülkenin dört bir tarafından gelip Madunköy'ü ikiye yaran Hürriyet Caddesi'nin etrafına konuşlananlar ve polisle köşe kapmaca oynayanlar... Bu sonuncusu önemli çünkü ortamı hareketlendiren, art arda işlenen polis cinayetleri. Böylece önü alınamaz bir koşuşturma başlıyor. Bıçağa alışkın ahali, ikide bir makineleri görünce şaşırıyor. İşte bu tehlikeli; mahallenin hatırı sayılır abileri tecrübeli, işin sonu başından belli.
Madunköy'ün geçmişten beri devletle itişmesi var, kenarda kaldıkça (ya da kenara itildikçe) merkezden uzaklaşmış. Dolayısıyla “kimliğini” korumuş. Fero ve çetesinin racon kestiği, bu yüzden ara sıra karakola çekildiği ve dayağa şerbetlendiği bir mahalle Madunköy.
Polisler kendi arkadaşlarının, Fero ve çetesi de polislerin katillerini merak ediyor. Bazı bazı araya giren anlatıcı ise bir uyarıda bulunuyor: “Ben nereden bileyim katil nerede! Madem bu kadar merak ediyordunuz gideydiniz peşinden... Diyorum ama dinleyen kim: Katil değil önemli olan, ne de maktûl. Başka bir hikaye bu. Diyorum ki Mustafa kim? Yavuz kim? Hüseyin kim? Fero, Murat, Hasan kim?”
Aslında onlar, Madunköy'ün tarihi. Mesela kodeste gün sayan Yavuz'un kabadayılıktan tutun da dergaha kadar uzanan bir geçmişi var. Polise zamanında kök söktüren, ondan destur almayan kolluk kuvvetinin Madunköy'e adım atamadığı günlerin efsanesi adeta. Anlayacağınız, yaşananların geçmişi var, hiçbir şey öyle basit değil.
Yavuz'un hikayesi, Madunköy'ünkine benziyor; karışık. Mahallenin her tarafla bağlantısı var; Balkanlar, Karadeniz, Elazığ, Diyarbakır... Yani orası da karışık. Üstelik coğrafi olanın yanında, tarihsel anlamda da bağlar ve ilişkiler kuvvetli. Buradan bakınca bir yüzü devrime öbür yüzü geçmişe dönük bir mahalle. Yavuz ve diğerleri hep buranın evladı. Edilen küfrün de çekilen bıçağın da öldürülen polisin de Madunköy'ün tarihiyle bağlantısı var.
Şaşaalı bir terazi
Batur, sadece Madunköy'ün bugününü, gerginliğini, bıçkın ve racon kesen delikanlıları anlatmıyor. Geçmişe dönüyor; Yavuz'u ve Reşo'yu, Yavuz'un geldiği İstanbul'da nasıl tutunduğunu ve sivrildiğini de gösteriyor. Herkesin birarada olduğu ama gerçekte yalnız kaldığı Madunköy'ün evveli, biraz da Yavuz'la onun döneminde ortalıkta gezinenlerin tarihi. O hikaye, başta Yavuz'un yeğeni Fero olmak üzere dilden dile dolaştırılıp güncel tutuluyor.
“Bir cümlenin öznesi olmak bir yana, cümleye dahil bile olamayan kocaman bir yığın olarak aşağıdakiler, en dışta duranlar; her halükarda tarihi yazan, aslında tarihi yapan o büyük adamlara nasıl, ne şekilde dokunabilirdi ki?” Bu soru, Madunköy'ü Madunköy yapanlarla onlara hayran olanlar arasındaki ince çizgiyi de belirliyor. Aslında mahalleninki bir bakıma Türkiye'nin tarihiyle kesişiyor: Cinayetler, cezaevi, güç gösterileri, darbeler, işkenceler, gece takipleri, dergah, şeyhler, katiller, kabadayılar ve bu hikâyelerle büyüyen çocuklar...
Sahi, polis cinayetleri vardı değil mi? Gerçekte onlar da Madunköy'ün tarihiyle paralel ve Turgut'un dediği gibi “Madunköy'de herkesin her şeyle ilgisi var.” Hapishaneden çıkıp olaya el koyan Yavuz, meseleyi geçmişe bakıp çözüyor. Sadece onu değil, kendi geçmişinde karanlıkta kalan, ona acı veren ve peşinden gelen meseleyi de aydınlığa kavuşturuyor; kardeşi Reşo, o gün yeniden doğuyor.
Selim Hoca'nın ağzından dökülenler, Madunköy'ün ne anlama geldiğini özetliyor: “Mesele sadece Kürtler değil. Ezilen, aşağılanan bütün insanları düşünürken fark ettik ki şaşaalı bir terazisi var bu hayatın. Gençliğimizde gururla savunduğumuz işçileri, köylüleri, ezilenleri zerrece tanımadığımızı, hatta tanımaya tenezzül bile etmediğimizi anladık. Şimdilerde eski dostlar 'Kocayıp toprağa bakınca dönek oldu' diye konuşurlar arkamızdan. Kim bilir belki de doğrudur bu söylenen ama ne yapalım, genç yaşlı, insan bir yönüyle muhteşemken bir yönüyle de hep eksik, hep kusurlu değil midir?”
Romanda adı geçen tüm kişilerin ve kahramanların kesişme noktası Madunköy. Anlattıkları ise bir İstanbul mahallesi ve ötesi: Orada hayat bulan ve kuşaktan kuşağa aktarılan, gün geçtikçe üstüne yeni bir şeyler konan bir destan.
* Görsel: Ethem Onur Bilgiç
Kitabı ben degeçenlerde okudum ve oldukça akıcı buldum. uzun zamandır içinde kaybolduğum, bir sonraki sayfasını merak ettiğim bir roman okumamıştım. Yazarı tebrik ederim.
Yeni yorum gönder