Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir kadının varolma mücadelesi



Toplam oy: 705
Ersi Sotiropoulou // Çev. Ayhan Özşeker
Ayrıntı Yayınları
Eva, paravanın arkasından hayatı izlemek ile paravanı yıkıp geçmek arasında bir mücadelenin romanı...

Türkçeye Eva dışında –en azından şimdilik– hiçbir metni çevrilmeyen Ersi Sotiropoulos, Yunanistan’ın gözde yazarlarından. Hem evrensel öğelere hem de Yunanistan kültürüne kitaplarında hayli yer veren bir isim; ayrıca, eğitimini aldığı felsefe ve kültürel antropolojinin izlerine de sıklıkla rastlanıyor. Eva da, bunların hemen hepsini kapsayan ve bir kadının hayata tutunma mücadelesini anlattığı, yer yer Sotiropoulos’un yaşamından parçalar da taşıyan bir roman.


Sotiropoulos’un romanda anlattığı hikaye, bir yönüyle, Eva ile Nikos’un çalkantılı ilişkisi üzerine kurulu; ayrılığın gücüne teslim olduktan sonra aşkları yeniden kabaran çiftin ilişkisi, her ne kadar ideal görünse de altında anlaşmazlıklar yatıyor. Hikayenin diğer ayağı ise Eva’nın varoluşuna dair.


Sotiropoulos’un bu iki tarafı zaman zaman birbirine yaklaştırdığını bazen de birbirinden kopardığını görüyoruz. Bu sırada metne eşlik eden Kavafis şiirleri ve The Doors şarkıları, Eva ile Nikos’un ilişkisindeki “çekim” ve “itim” noktalarını temsil ediyor.

 

 

 

İkilinin katıldığı bir partinin tasvirleriyle genişleyen romanda Sotiropoulos loş odaları, yüksek sesli müziği ve insanların birbiriyle anlaşma uğraşını anlatıyor. Tüm bu unsurlar, Eva ile Nikos’un ilişkisine derinlik katan birer metafor olarak kullanıyor. Öte yandan, karanlık bedenler ve gecenin ağır havasını da yansıtıyor bu benzetmeler.


Unutulan endişeler

 

Sotiropoulos, yalnızca Eva’nın bugününde değil, yakın geçmişinde de odaklanırken babasının okuduğu kitaplar ve annesiyle didişmelerinin ağırlıkta olduğu aile yaşantısı da kurmacadaki yerini almış. Gerek Niko gerek kendi ailesi ve çevresi, Eva’nın hayatını çeşitli yönlere çekiştirirken sağlam durmaya çalışan bir kadınla karşılaşıyoruz. Üstelik buna, onun sol fraksiyonlara mensup arkadaşlarıyla yaşadığı gerginlikleri aşma çabası da dahil.

Eva’nın hayatı, “unutmadığı şeylere dair unuttuğu endişelerle” örülü. Bu anlamda Sotiropoulos, okura hep tetikte kalması gereken bir roman armağan etmiş: Çoğunlukla paniğin ortasındaki bir sükûnet, sakinliğin orta yerinde heyecan giriyor devreye. Dar mekanda büyük olaylar silsilesiyle yüzleşiyor okur.

Edebiyatla varolan ve yazmanın kendisini en iyi ifade etme biçimi olduğunu söyleyen Sotiropoulos, Yunanistan’ın en zor dönemlerinde okuyarak nasıl ayakta kaldığını hiç unutmuyor. Bu anlamda romanın başkarakteri Eva’yla, mücadele bağlamında benzer tarafları var. Romandaki karanlık, sancılı ilişkiler ve bir noktada gün yüzüne çıkan hesaplaşmalar, Eva gibi Sotiropoulos’un da hayatını etkilemiş. Böyle bakınca, yazarın, yarattığı karakterle yakınlığından söz etmek mümkün.

 

Eva, romanda çift yönlü bir karakter olarak beliriyor: Öncelikle kendi hayatını yaşayan ve gerilimlerin peşinden sürüklenen biri. Ardından, hem anlatıcının hem de Sotiropoulos’un kahramanı. Olup bitenin tamamını göz önünde bulundurduğumuzda romanın, gündelik yaşantı içinde ve aynı zamanda onun dışında bir karakter etrafında kotarıldığını görüyoruz.


Eva, bu anlamda paravanın arkasından hayatı izlemek ile paravanı yıkıp geçmek arasında bir mücadelenin romanı.

 

 


 

 

Görsel: Elif Demir

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.