

Nantucket’lı Arthur Gordon Pym’in Hikâyesi, kısa öyküleriyle tanınan, gotik ve fantastik edebiyat geleneğinin önde gelen yazarlarından Edgar Allan Poe’nun 1837 ile 1839 yılları arasında tamamladığı yegane romanı.
1809 yılında Boston'da doğan Poe’nun kırk yıllık yaşamı, çocukluğundan başlayarak, acılar içinde geçmiş; kumar ve alkol tutkusu nedeni ile üniversiteden ve askeri akademiden atılmış, karısı veremden ölmüş, borçları ona bir dergi çıkarma şansı bile tanımamıştı. Buna rağmen kısa yaşamına bir roman ve hikaye kitapları sığdırmakla kalmadı, kitaplaşmayan bir dolu şiir, deneme ve eleştiri yazısı da bıraktı arkasında.
Poe’nun yaşamındaki bütün uyumsuzluklar, buhranlar, fırtınalar edebiyat ürünlerine eksiksiz yansır. Poe'ya tutkunluğu ile bilinen ve onun Fransa'da tanınmasını sağlayan Baudelaire'in, yazar hakkında söyledikleri Poe’nun trajedisini çok güzel özetler: "Ne kadar içler acısı bir trajedidir Edgar Poe'nun yaşamı! Onun ölümü, başarısızlığı yüzünden ürkütücülüğü artmış korkunç bir sondur! Okuduğum belgelerin tümünün bende uyandırdığı ortak kanı, Amerikan Birleşik Devletleri'nin Poe için geniş bir hapishaneden başka bir şey olmadığı yolundaydı. Bana sorarsanız Poe, havagazıyla aydınlatılmış bu büyük barbarlıkta değil, daha temiz kokan bir dünyada nefes alabilmek için yaratılan varlığının ateşli çırpınışları içinde arşınlıyordu hapishanesini. Bu sevimsiz çevrenin etkisinden kurtulabilmek için gösterdiği sürekli çaba, onun bir şair ve hatta bir ayyaş olarak iç dünyasını, ruhsal yapısını belirleyen tek etkendi." Denizler, okyanuslar, uzak diyarlar ise neden bu kadar etkilemişti Poe’yu tam olarak bilemiyoruz. Muhtemelen çocukluk döneminde Amerika ile Avrupa arasında yaptığı iki gemi yolculuğunun çağrışımları var. Ama o çocuksu hayalgücünü bir yetişkinin mantık zinciri ve olgun bir edebiyatçının üslubuyla birleştirmesini çok iyi biliyor.
Arthur Gordon Pym'in olağanüstü serüvenine giden yola "Bir Şişede Bulunan El Yazması" adlı hikayesiyle çıkmıştı Poe. Bu öykünün anlatıcısı, Cava adalarından başlayan bir gemi yolculuğuna katılmıştır. Her şeyin son derece sakin göründüğü, geminin rüzgarsızlık nedeni ile yerinden kıpırdamakta zorlandığı bir anda, anlatıcı bize bir tehlikeden bahseder; gördüğü bulut, sam yellerinin habercisidir. Artık merakımız kışkırtılmıştır. Nitekim aniden baş döndürücü bir hız kazanır hikaye; fırtına patlamış, kamaraları basan su nedeni ile bütün tayfalar ve kaptan boğulmuştur. Sürüklenen gemide, kahramanımız yaşlı bir adamla birlikte dehşet içinde akıbetini beklemektedir. Birden, kapkara denizde hızla sürüklenen bir gemi çıkar karşılarına. Geminin yaşlı tayfaları bilinmeyen sözcükler mırıldanmakta, anlatıcıyı ise fark etmemiş gibi görünmektedirler. "Sonra karanlıkların içinde dikilen, belli belirsiz, kocaman buzdan duvarlar ve kutuplarda, dört ağızdan okyanusu yutan bir uçurum." Poe, anlatıcının ve eski geminin yaşamın öte tarafında olduğunu açıkça söylemeden sezdiriverir.
Bilinmeyen coğrafyaların ürpertisi
Nantucket’lı Arthur Gordon Pym’in Hikâyesi romanında anlatılan ise, Grampus adlı gemiye kaçak olarak binen Nantucketlı Pym'in başından geçen gerilimli ve olağanüstü serüvendir. Ancak Poe kendisini geriye çekmiş ve yazar rolünü Arthur Gordon Pym’e bırakmış. Kurguya göre roman Poe’nun ısrarı ile kaleme alınıyor.
İçindeki serüven tutkusunu yenemeyen Pym, arkadaşının babasının kaptanı olduğu gemiye köpeği ile birlikte kaçak olarak biniyor. Daha yolculuğunun tadına varamadan, kanlı bir isyana şahit oluyor ve sağ kalan iki tayfa ile birlikte kurtarılmayı bekliyor azgın okyanus dalgalarının ortasında. Poe, açlıktan birbirlerini yemeye hazır, ama ahlaki değil araç gereç yokluğundan bu işi gerçekleştiremeyen insanların vahşileşen duygu ve düşüncelerini hem ürkütücü hem de mizahi bir dille anlatınca, ortaya çok canlı bir deniz macerası çıkıyor. Sona yaklaşıldığında da Antartika’ya düşüyor gemi. Roman buradaki “vahşiler”in attıkları, bir tür dini ayini hatırlatan çığlıkları ve “Şimdi bizi almak için bir uçurumun açıldığı çağlayanın kollarına doğru büyük bir hızla koşuyorduk. Ama yolumuz üzerinde, kefene sarılmış ve hiçbir insanın olamayacağı boyutta kocaman bir insan sureti belirdi. Ve suretin teni kar gibi beyazdı,” cümleleriyle noktalanır.
Noktalanır, dememiz sözün gelişi; Nantucket’lı Arthur Gordon Pym’in Hikâyesi aslında Poe tarafından tamamlan(a)mamış bir romandır. Tamamlanmamış demek pek doğru sayılmaz; belki de Poe, okuyucuda tam da böylesi bir tamamlanmamışlık hissi uyandırmak ya da büyük sırrın ifşasını başka yazarlara bırakmak istemiştir. Gerçekten de Pym’in kabusunu açıklamaya çalışan ünlü isimler çıkacaktır ortaya. Mesela Poe ile Baudelaire’in çevirileri sayesinde tanışan Jules Verne’in Buzlar Sfenksi, bu bitmemiş hikayeyi sona erdirme denemelerinden ilkidir. Daha derin bir etkiyi fantastik-korkunun büyük ustası Lovercraft’ın hikaye ve romanlarında görmek mümkün. Umberto Eco da, Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti adlı inceleme kitabında anlatı yapısını tartıştığı Nantucket’lı Arthur Gordon Pym’in Hikâyesi’ne, Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi romanında göndermeler yapmıştır.
Poe’nun karabasanları, okuyucuyu hayrete düşürmek, veya korkutmak için kaleme alınmış biçimsel öğeler değildir. Denizin ortasındaki uçurumlar, bilinmeyenin ürpertisi, beyaz kefenin temsil ettiği ölüm, Poe'nun yaşamındaki korkuların simgesidir. Özellikle "Kalabalıkların Adamı” hikayesiyle Walter Benjamin'in de ilgisini çeken Edgar Allan Poe, "19. yüzyıl Amerikan edebiyatında romantik eğilimleri, lanetli sanatçı damgası ile Eski ve Yeni dünyayı, Amerika'nın edebiyata yansıyan öncü ruhu ve heyecanı ile, Avrupa'nın düşünsel, estetik ve metafizik kaynaklarını bir araya getiren bir doruktur."
Görsel: Eren Su Kibele Yarman
Yeni yorum gönder