Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir Klasik // Paranın kiri



Toplam oy: 727
Giovanni Verga // Çev. Neyyire Gül Işık
İş Bankası Kültür Yayınları
Gerçekçilik akımının öncüsü olan Verga, İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalya’sının Neorealist sinema hareketinin de esin kaynaklarından birisi.

İtalyan edebiyatının önemli klasiklerinden birisi olarak gösterilen Duvarcı Ustası Don Gesualdo'da tam da Sicilya'ya özgü bir hikaye anlatmış Giovanni Verga. Sicilya'nın kaderinin roman kahramanının kaderiyle birleştiği, yani yenilginin kaçınılmaz olduğu bir hayatın hikayesi...


Giovanni Carmelo Verga, 1840 yılında, Sicilya adasının o dönemde önemli bir tarımsal merkezi olan Vizzini kasabasında doğdu. İkinci dereceden soylu ailesi oğullarının iyi bir eğitim almasını istiyordu. Ancak Verga, gazeteciliğe ve edebiyata atılmak üzere, hukuk öğrenimini yarım bıraktı. O yıllarda İtalya'da etkili olan "toplumsal romantizm"e yakınlık duyuyordu. Bu akımın etkisi altında yazdığı ilk romanları –Una Peccatrice (1866) ve Storia di una Capinera (1870)– ona büyük başarı kazandırdı. Ardından gelen –Eva (1873), Tigre reale (1875) ve Eros (1875)– yapıtları da, barındırdıkları duygusal hikayelerle beğeni toplamıştı. Ancak “Verismo” diye adlandırılan İtalyan doğalcılığından etkilenen Verga daha gerçekçi eserler vermek istiyordu. İlk “verismocu” öyküsü “Nedda”yı 1874’te yazdı. Sonrasında ise sıra büyük bir eser hazırlamaya gelmişti. I Vinti (“Yenilenler”) başlığı altında beş ciltlik bir roman dizisi tasarlıyordu. Dizinin ilk iki cildi; İtalya’daki edebiyat çevrelerinde büyük heyecan yaratan I Malavoglia (1881) ve Mastro Don Gesualdo (1889) romanları Verga’nın başyapıtlarıydı. Ancak Verga’nın mükemmelliyetçiliği nedeniyle dizi tamamlanamadı. Verga, 1922’de hayata veda edene kadar da bir başka eser vermedi.


“Yenilenler”in şahı



Giovanni Verga, Türkiye’de yeterince tanınmıyor. Türkçeye ilk kez 1962 yılında Mastro Don Gesualdo’su çevrilmişti. Verga’nın yeni bir kitabının çevirisi –Malavoglia'lar– yaklaşık elli yıl sonra, 2015 yılında gerçekleşti. Geçtiğimiz ay içinde yayımlanan Duvarcı Ustası Don Gesualdo da aslında ilk çevirinin tıpkı basımı değil, Neyyire Gül Işık çevirisiyle hazırlanmış yeni bir edisyon. (Meraklıları için bir hatırlatma yapmak hem yararlı hem hakkaniyetli olacak: “Yazar ve Ülkesi” başlıklı “Sunuş” yazısında çevirmen Neyyire Işık’ın roman ve Verga hakkında çok kapsamlı ve doyurucu bir tanıtım yazısı var ki daha fazlasına ihtiyaç bırakmıyor.)

 

 

 

1888 yılında yazılan Duvarcı Ustası Don Gesualdo, önce Floransa’daki La Nuova Antologia dergisinde on bir sayılık bir tefrika olarak yayımlanmış ve ertesi yıl bazı değişikliklerle Milano’da Treves yayınevince kitaplaştırılmış. Malavoglia'lar’da, bir Sicilya kıyı köyünde yaşayan yoksul bir balıkçının ve ailesinin hikayesi zenginlik-yoksulluk karşıtlığı ile birlikte anlatılmıştı.  Sicilya’nın farklı bir mekanında geçmekle birlikte Duvarcı Ustası Don Gesualdo’da da benzer temaları kullanıyor Verga. Mekan bu kez Sicilya’nın iç kesiminde –güneydoğudaki dağlık kesimde– konuşlanmış, tarım ürünleriyle ünlü bir kasaba; yazarın doğum yeri olan, kitapta adını bir kez bile anmamayı yeğlediği Vizzini kasabası...


Uzun yıllara yayılan ve içinde bir kasabaya ait karmaşık ilişkileri barındıran hikayenin en kısa özetini “Sunuş”tan alıntılıyorum: “Eğitimsiz, ancak olağandışı bir zekâya sahip Gesualdo, babasının kireç ocağında sefalet içinde geçirdiği çocukluğunun acı deneyimiyle, aklını ve güçlü bedenini seferber ederek, soylulara ve Kilise adamlarına karşı kendini savunarak, büyük hırsla mal mülk edinmeyi başarır, göz kamaştırıcı bir servete erişir. O yolda başvurduğu yöntemler her zaman hamiyetli ve insani olmasa da, kendisi özünde hayırsever, çevresindekileri, ailesini ve adamlarını koruyan, iyi niyetli, dile getirmeyi beceremese de yüreği sevecenlik dolu bir halk adamıdır. Ancak, aile fertleri dahil kimseye yaranamaz, çevresinde yalnız haset ve kin uyandırır. Onca didinmesinin sonucu husumet ve yalnızlık olacaktır: Ne denli güçlü olursa olsun, ‘yenilenler’in şahıdır Don Gesualdo, bütün çarpışmaları kazansa bile savaşı yitirecektir.”


Romantizm ve Gerçekçilik arasında

 

İtiraf etmeliyim ki, Giovanni Verga ile, Duvarcı Ustası Don Gesualdo’nun yeni edisyonu vesilesiyle –yani çok geç– tanıştım. Art arda okuduğum romanlarının bende bıraktığı ilk izlenim, 19. yüzyıl gerçekçiliğinin Sicilya’ya özgü örnekleri oldukları yönündeydi. Tarihi, doğası ve insanlarıyla Sicilya her iki romanın da asıl kahramanı. Kendisinden sonraki “Sicilyalı” yazarlarda etkisi mutlaka olmuştur. Ancak Verga’nın etkisi yerellikle sınırlı değil; köye, kasabaya, sıradan insanlara, zengin-yoksul çatışmasına kucak açan bakışıyla kendi çağında Gerçekçilik akımının öncüsü olan Verga, İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalya’sının Neorealist sinema hareketinin de esin kaynaklarından birisi. Öyle ki Luchino Visconti, La Terre Trema filmini Verga’nın Malavoglia'lar’ından uyarlamıştır.

Gerçekçi olduğu kadar karamsar bir yazar Verga. Bunda romantizm geçmişinin ne denli rolü var bilemiyorum ama felaketlerden yakası bir türlü kurtulmayan Don Gesualdo’nun, ailesinin, hele ki verem olan karısı Bianca’nın yazgısı Verga’nın romantizmle bağını hiç koparmadığını düşündürüyor. Doğa tasvirlerindeki şiirsellik ya da acı tasvirlerindeki yoğunluk da öyle. Mesela Bianca’nın hastalığından bir sahne: “Kafeste, göremeyecekleri ilkbaharın türküsünü içlerinde duyan kuşcağızlar gibiydi. Yatak bedenini kemiriyordu, humma onu ağır ateşte eritiyordu. Şimdi öksürük nöbeti tuttuğunda tükeniyor, soluksuz kalıyordu; ağzı açık, derin çukurların dibine kaçmış gözleri fal taşı gibi açılmış, çırpıya dönmüş biçare kollarıyla sanki hayata tutunmak istercesine debeleniyordu.”


Tarihsel geri planda siyasi gerilimler yer almakla birlikte Verga’nın meselesi siyaset sahnesini canlandırmaktan ziyade kasabanın gündelik hayatını, aslında ruhunu açığa çıkarmak. Böyle bir bakış açısından hareketle insanlararası ilişkiler üzerinde titizlikle duruyor. “Kimi atalarından kalma servetini koruyabilmiş, kimiyse yoksul düşmüş, harap konaklarına kapanmış, nesilleri tükenmek üzere olan soylular,” onlarla birlik olmuş din görevlileri, kasaba yöneticileri ve ayakta kalmak için büyük mücadele veren ama birbirini yemekten imtina etmeyen yoksullar.... Birbirleriyle iç içe yaşayan küçük bir dünyadır burası; herkesin her şeyi bildiği, yalanların hep birlikte gizlendiği, işin aslının dedikodularla yayıldığı, alt sınıftan birisinin yükselmesinin asla hoş karşılanmadığı kirli bir dünya. Bu dünyanın hükümdarı paradır. Gerçekten de başka hiçbir kitapta görmediğim kadar “para” sözcüğü geçtiğini fark ettim Duvarcı Ustası Don Gesualdo’da. Verga, insanların karakterlerini açığa çıkaran bir turnosal kağıdı gibi kullanıyor parayı. Ve elbette açığa çıkan kirlilikten, iki yüzlülükten, ahlaksızlıktan, alçaklıktan başka bir şey olmuyor.

 

 

 


 

 

 

 

Görsel: Servet Kesmen

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.