1976 yılında hayata veda eden Agatha Christie, 86 yıllık ömrüne yüzden fazla eser sığdırmıştı. Dünyanın gelmiş geçmiş en çok satan yazarlarından biriydi. Geçmiş zaman kipi kullandım ama işin doğrusu aradan kırk yıl geçmesine rağmen ölümünden sonra da popülerliğini yitirmedi. Sadece kitap dünyası ile sınırlı kalmayan, film ve dizilerle de beslenen Agatha Christie efsanesinin son örneği, geçtiğimiz haftalarda vizyona giren Doğu Ekspresinde Cinayet filmi oldu.
Agatha Christie, biyografik yapıtı Hayatım’da Doğu Ekspresi’nde Cinayet romanına ilham veren Şark gezilerinden söz eder. 1926 yılında kocasının kendisini terk etmesi ve ardından annesinin ölümü üzerine bunalıma giren Christie, sıkıntısını Şark Ekspresi ile Doğu’ya yapacağı seyahatle hafifletmek istemişti. Londra’dan İstanbul’a geldi, oradan Suriye ve Mısır’a kadar uzandı. Sevmişti Doğu Ekspresi’ni Christie. 1933 yılında İstanbul’u yeniden ziyaret ettiğinde Pera Palas Otel’ine yerleşti ve Doğu Ekspresinde Cinayet romanını burada tamamladı.
Birisi gerçektir, diğeri “adil”
Doğu Ekspresinde Cinayet, kurgusu ve yargısıyla Christie’nin hem en sevilen romanları arasındadır hem de en ilginç Hercule Poirot maceralarından birisidir.
Suriye’de “ufak bir sorunla” ilgilenen Hercule Poirot, dönüş yolculuğunda İstanbul’da konaklar. Geceyi Tokatlıyan Oteli’nde geçirdikten sonra Londra’ya gitmek üzere Doğu Ekspresi’ne biner. Trenin sahibi Bay Bouc yakın arkadaşıdır ve şansa bakın ki o da trendedir. Böylelikle Poirot trenin yataklı kompartımanına yerleşir. Çok geçmeden zengin ve sevimsiz bir Amerikalı olan Bay Ratchett ile tanışacaktır. Adam kendisini tehdit eden mektupların kimin tarafından yazıldığını bulması için yüklü bir para önerir Poirot’a. Ratchett’in tavırlarından hoşlanmayan Poirot teklifi geri çevirir. Talihin cilvesine bakın ki ertesi sabah Bay Ratchett yatağında ölü bulununca olayı çözümlemek yine Poirot’a düşecektir.
Balkanlardaki kar yağışı nedeniyle tren durmuştur. Yol açılmadan önce katili bulmak isteyen Poirot, yataklı vagondaki on iki yolcuyla teker teker konuşmaya başlar. Tesadüfe bakın ki cesedin üzerinde de tam on iki bıçak yarası vardır. Poirot’nun öldürülen adamın gerçek kimliğini sakladığını, bir zamanlar pek çok insana büyük acılar vermiş bir suça karıştığını ortaya çıkarması uzun sürmez. Şimdi sıra yataklı vagonda seyahat eden yolculardan hangisinin geçmişte işlenen o suçun mağduru olduğunu bulmaya gelmiştir. Poirot sözünü elbette tutacak ve tren harekete geçmeden önce olayı çözümleyecektir. “Çözümlemek” lafın gelişi; sona gelindiğinde herkesi trenin restoran bölümünde toplayan Poirot iki farklı açıklama sunar; birisi gerçektir, diğeri “adil”!..
Aldatmadan şaşırtmak
İyi bir polisiye yazarı, "oyunu kuralına göre oynayandır." Bu kural, "aldatmadan şaşırtmaktır." Ve Christie, bütün detektif romanları yazarları içinde bu kuralın en başarılı temsilcisidir. Doğu Ekspresinde Cinayet’te ya da On Küçük Zenci’de polisiye edebiyatın yazarla okuyucu arasındaki yazılı olmayan kurallarını biraz esnetmiş görünmekle birlikte, aslında geriye doğru baktığımızda, yazar, Poirot’nun cinayeti çözmekte kullandığı ipuçlarının hepsini okuyucuyla paylaşmıştır. Ancak infaz ayinini andıran bir cinayet ve bilhassa muallakta bırakılmış son, Christie’den beklenilen bir yaklaşım değildir. Zira Agatha Christie ve detektifleri için, nedeni her ne olursa olsun, cinayet kötü bir eylemdir ve mutlaka cezalandırılması gerekir. Cezanın mutlaka polis ya da adalet müessesesi eliyle verilmesi ise gerekmez. Mesela Poirot, biraz sempati duymuşsa, katilin intihar etmesine izin verebilir. Son macerası Ve Perde İndi’de hiç cezalandırılmamış bir "kötü"yü bizzat öldürecek ve bu kez kendisi intihar edecektir. Bu açıdan bakıldığında, yazarın romanları Protestan inancını taşıyan teolojik metinlerdir. Ve bütün Agatha Christie metinleri arasında suçun cezasız kaldığı tek istisna, elimizdeki Doğu Ekspresinde Cinayet romanında çıkar ortaya. Ama elimizi vicdanınıza koyduğunuzda hak vereceksiniz. Zira katil hem büyük bir suç işlemiş hem de yakasını sıyırmış bir adam. Öyleyse Agatha Christie’nin yaptığı, ilahi adaletin tecelli etmesini sağlamaktan başka bir şey değildir.
Agatha Christie romanlarında klasik polisiyelerin eski Yunan tragedyalarından miras aldıkları olay, zaman ve mekan birliği tekrarlanır. Bir tek olay –cinayet– etrafında, kapalı bir mekanda ve dondurulmuş bir zaman kesitinde olup biter her şey. Bu anlamda, öykünün hangi tarihte, hangi ülkede olup bittiği ilgi dışıdır. Yazarın romanlarının büyük çoğunluğunda mekan İngiliz kırsalıdır. Soylu, ya da zengin sınıfa mensup insanların evleri seçilmiştir. Zaman zaman yabancı bir ülkenin, uçak, gemi, tren gibi araçların da, olay mahalli olduğunu görsek bile, kahramanlarımız yine İngiliz, mekan yine kapalıdır. Doğu Ekspresinde Cinayet bu karakteristiğin güzel bir örneği. Sinema uyarlamaları sizi aldatmasın; orijinal metinde Halep’in, İstanbul’un, Balkan dağlarının adı geçer ama hikayeye etkileri olmaz. Muamma trenin mimarisi ve trendeki insanlarla sınırlıdır.
Agatha Christie, kapalı mekanın sıkıcılığından kurtulmak için, okuyucusunu arada bir dışarı çıkarır, tarihi ve turistik yerlerde gezdirir ama bunlar yalnızca hikayeyi renklendiren aksesuarlardır. Aslında bütün Christie metinleri ve kurguları, birbirlerine –özellikle karakter davranışları olarak– benzerdir. Çünkü o, korku, intikam, hırs, kıskançlık, maddi tutkular gibi insani itkilerle hareket ettirir kahramanlarını. Belki de dünyanın dört bir yanına yayılmış okuyucu kitlesinin sırrı da burada saklıdır.
Doğu Ekspresinde Cinayet’in yeni sinema uyarlamasını –Shakespeare uyarlamarıyla tanıdığımız– Kenneth Branagh yapmış ve Poirot rolünde de kendisi oynamış. Johnny Depp, Michelle Pfeiffer, Penelope Cruz, Willem Dafoe gibi isimlerin varlığı da heyecan verici. Ne var ki Hercule Poirot’ın göründüğü ilk sahneden metne sadık bir uyarlama olmadığı anlaşılıyor. Orta yaşlarını çoktan geride bırakmış, kısa boyu, yumurta gibi kafası, tıknaz bedeni, özenle biçimlendirilmiş bıyığı, tiril tiril giysileri, rugan ayakkabıları, “beyninin gri hücreleri” ile nevi şahsına münhasır bir karakter olan Hercule Poirot ile filmde Kenneth Branagh’ın canlandırdığı pos bıyıklı, dinç ve enerjik Hercule Poirot arasında hiçbir bağ kurmadım. Ne önemi var demeyin; Agatha Christie, Hayatım adlı hatıratında bu karakteri –her bir ayrıntısıyla– nasıl özenle yarattığını açıklarken, romanlarıyla karakter arasındaki uyumun altını çizmişti. Karakterin bu radikal değişimi romanın ruhunu da değiştiriyor. Agatha Christie hayranlarına, yıllar önce Sidney Lumet’in yönettiği ve muazzam bir oyuncu kadrosuna sahip uyarlamayı daha çok öneriyorum.
Yeni yorum gönder