Acı çekiyorsan canlı, başklarının acısını hissediyorsan insan olduğun söylenir. Bilimsel olarak bu sözün pek bir karşılığı olmasa da vermek istediği mesaj açık; duygularımız olduğu ve onları paylaşabildiğimiz sürece insanız. Duygusunu açık etmeyen insanlara karşı bir diğer kültürel yaklaşım da şöyledir: Robot gibi. Çünkü teknolojik ve evrimsel açıdan duyguların çok insani şeyler olduğuna kendimizi inandırmış durumdayız. Aksi bir ihtimal pek aklımıza gelmiyor, bilimkurgu romanlarını ve filmlerini saymazsak tabii. Orada bile gelenek, yıllar boyunca bizi robotların tek bir amaç doğrultusunda insanlaşabileceğine inandırdı, o da, ayaklanmak.
1940 yılında robotlara hak ettikleri yeri veren Isaac Asimov’un “Robbie” adlı öyküsü, bu geleneğe karşı yapılan devrimin ilk adımıydı. Tüm aksi inanışlara rağmen teknoloji ürünü bu “yaratıkların” kalpsiz ürünler olmayabileceği fikri ileri sürüldü. Ama hâlâ insanın kendisine eş güçte, hatta kendisinden daha güçlü bir şeyler yaratması, bir şekilde ortak belleğimizde tehdit olarak duruyor. Ancak Éric Sadin’in bilimkurgu romanı Yarının Aşkı, bu fikirden kendini sıyırmayı beceren kitaplardan.
Kitabın anlatıcısı 24 saat boyunca işlevlerine şahit olduğumuz bir robot, öyle sıradan bir robot değil ama; ne yaptığının farkında olan, her şeyi raporlayan fakat bunun yanı sıra tahlillerini duygularla pekiştiren bir son teknoloji ürünü. Duygu sahibi olmamaya programlanmış olsa da, hizmet ettiği kadına duyduğu hayranlık sayesinde en azından dil düzeyinde duyguları yansıtan kelimeler geliştiren bir karakter bu; mutluluk, sevgi, heyecan, kıskançlık ve üzüntü gibi. Ama yine de insanlaştığını iddia etmiyor, kendi deyimiyle, “bir nevi makinelikten çıkıyor.” Bunun sebeplerinden ilki, tasvir edilen yakın gelecekteki tüm teknolojik birimlerin birbirine bağlı oluşu. Mailler, asansörler, çekmeceler, duşlar, internet siteleri, telefonlar ve diğer teknolojik araçlar çok geniş bir bulut üzerinden paylaşım halinde. Bir robotun tüm gün boyunca aynı kişinin -kelimenin tam manasıyla- her şeyiyle ilgileniyor oluşu bu durumu tetiklemiş olabilir. İkinci ihtimal ise, gerçekten duygularının olduğu. Peki bu ne kadar mümkün?
Éric Sadin, bu tekinsiz ikilemde, bir robotun ne kadar iyi ya da ne kadar kötü olabileceğini satır aralarından sorgulatıyor okuruna. İnsan ona kötü davrandığında işleri aksatmayı aklından geçirip Arthur C. Clarke’ın unutulmaz eseri 2001: Bir Uzay Efsanesi’ndeki yapay zeka HAL 9000’i hatırlatıyor. İyi tepkiler aldığından ise Asimov’un Robot romanlarının meşhur karakteri Giskard’ın yardımsever naif tarafına özeniveriyor. Ama tüm bunların sebebi açık, hizmet ettiği insanı seviyor, hatta öylesine seviyor ki 6-8 ayda bir gelen güncellemeler sonucunda onun yerini alacak yeni yazılımın aynı özeni göstermeyeceğinden çok korkuyor.
21. yüzyıl hastalığı
Robot ya da yapay zeka ile insan arasındaki aşk, konu olarak güncel ve üzerine sıkça kafa yorulan bir mesele. Spike Jonze’un yönetmenliği yaptığı 2013 tarihli Her (Aşk) filmi, bu konuyu, elimizdeki kitabın aksine insanın yapay zekaya duyabileceği aşkı anlatarak ele alıyordu. İnsani olarak nitelendirebileceğimiz sevgi, kıskançlık gibi duygular da bir yapay zekaya karşı hissedildiği için tüm kavramlar izleyicide yabancılaştırma etkisi uyandırıyordu. Ancak iki eser de benzer yaklaşımlara ve hatta benzer çıkarım yaratacak konulara sahip. Her iki eserde de yapay zekalar fazlasıyla insansı. Yani Her’de âşık olan karakter, insana çok yakın bir şeye karşı bu duyguları geliştiriyor; Yarının Aşkı’nda ise robot böylesine insansı olduğu için hizmet ettiği kişiden kopamıyor.
İkisinin de anlattıkları aslında daha önce insanlar arasında yaşanılan paylaşımların, karakterlerinin birinin robotla değiştirilmiş olması. İki yapay zeka arasında geçen bir romantik paylaşımı anlatacak kadar bağlamdan ve empatiden uzak değiller. Ancak robotların insansılaştığına dair anlatılabilecek en çarpıcı konu iki yapay zekanın birbirlerine karşı duyduğu sevgiyi aktarmak olurdu diye düşünmeden edemiyor insan. Çünkü işin içine insan girdiği an geleneksel aşk ve ilişki tanımlarından kurtulmak pek muhtemel olmuyor. Dahası, tüm bu ilişkiler gelişmiş robot standardında değil, insan standardında yaşanıyor.
Bedensizlik de bir ortak nokta bu iki eser arasında. Fiziksel temas mümkün olmadığından ya da görünmediğinden fanteziler asla gerçekliğe dönüşmüyor, fantezi olarak kalmaya devam ediyor. Ancak ikisinin de asıl anlatmak istediği şey çok açık: Günümüz insanının teknolojiye olan düşkünlüğü, hatta bağımlılığı. Her de, Yarının Aşkı da bu teknoloji yoğunluğundan istesek de kurtulamayacağımızı gösteren eserler.
Bir teknoloji araştırmacısı olan Sadin de bu durumun fazlasıyla farkında. Kitabının arka planında gündelik hayatlarımızda şimdiden maruz kaldığımız teknolojik bileklikler, ses kontrolleri, akıllı gözlüker, akıllı telefonlar ve bir şekilde bunların tümünü birbirine bağlayan yapay zekalar kendini gösteriyor. Asıl mesele de burada başlıyor zaten; bu kadar komplike bir teknolojiyi hayatlarımıza biz mi davet ediyoruz, yoksa kaçınması mümkün olmayan ve nihayeti insanın ebedi yalnızlaşması olacak bir istila altında mıyız?
Yarının Aşkı’nı konusu dışında ayıran bir özelliği de dili ve üslubu. Tüm kitap bir robotun monoloğu ve diyalogların onun tarafından aktarımı olduğu için dil boyutunda bazı değişiklikler yapmak kitabın gücünü artırmış. Noktalama işaretleri yerine “|” veya “+” ya da “>” gibi semboller kullanılarak, anlatıcının bir insan olmadığı hissi pekiştirilmiş ve görünen o ki anlaşılması zor ve eski kökenli kelimelerden bilinçli olarak kaçınılmış.
Kurgusundan formatına, ele aldığı konudan ana karakterine kadar farklı bir roman Yarının Aşkı ama çıkış noktası olarak kullandığı çarpıcı fikrine rağmen potansiyelini gerçekleştirdiğini söylemek biraz abartı olur. Ancak vermek istediği mesaj üzerine düşünüldüğünde hedefini ıskalamadığını itiraf etmeliyiz: telefonsuz ve bilgisayarsız bir anımızın geçmediği, onları kaybetmekten ölesiye korktuğumuz, hemen her işte yardımına muhtaç olduğumuz gerçeği... Bariz olan şey ise şu: Sevgi duyan ya da duyulan yapay zeka da olsa, insan da olsa, bu muhtaçlığa bel bağlayan ilişkinin adı sevgi değil olsa olsa bağımlılıktır. Ya da bir diğer deyişle 21. yüzyıl hastalığı.
Görsel: Mert Tugen
Yeni yorum gönder