“Hiçlik hakkında yazmak o kadar da kolay değildir.” Patti Smith, kitabın daha bu ilk cümlesinde, tüm alçakgönüllüğüyle yazdıklarının aslında hiçliğe tekabül edebileceğini ve bu yüzden ilgi çekmeyebileceğini ilan ediyordu belki de. Belki de gerçekten hiçlik üzerine bir kitaptı bu ama hiçlik saydığı şey, sizin dünyanızı renklendirecekti. Hepsi ya da hiçbiri; M Treni, üzerine bir süre hiçbir kitap okumak istemeyeceğiniz kadar yoğun.
Hayalperestler, bir serüvenin başlangıcı, mihenk taşıydı; Çoluk Çocuk ise 60’ların sonu ile 70’lerin başını ele alıyordu. Üstelik yalnızca Smith’in değil, başlı başına bir çağın protohistorik tarihiydi bu. M Treni ise her ne kadar Çoluk Çocuk’un kaldığı yerden devam ediyorsa da aslında kendisinden önceki iki kitabın bir bütünü... Çoluk Çocuk’ta, “Şarkıcı değil şair olmak istiyorum,” demişti Smith. M Treni bir şiir işte... Belki ince bir ağıt. Kahve potunda demlenmiş düşüncelerin kokusu zihninizde yayılırken, hatıralarından bir yorgan örtüyor üzerinize. O bir yazar değil; bir iğne oyacısı.
O, “Şahsen pek de sembolizm meraklısı biri değilim. Sembolizmi hiç anlamıyorum. Neden hiçbir şey her ne ise sadece o olamıyor? (...) Tek derdim kaybolmak, başka bir yerle bütünleşmek, sırf canım istediği için bir çan kulesinin tepesine çelenk geçirmekti,” yazarken, ben yazdıklarının arasında kendime yontacak semboller arıyorum. Oysa hepsi uluorta duruyor.
M Treni Patti Smith’in kişisel tarihini yol belleyip geçmiş ile bugün arasında ring seferleri yapıyor. Eşi Fred’le birlikte zamansız çıkılan yolculuklara uzandıktan sonra, her gün düzenli olarak gittiği Café ’Ino’daki masasına dönüyor. Bobby Fischer ile tanışıyor. Onunla birlikte gece boyunca şarkılar söyleyip oradan satranç tahtasının fotoğrafını çekerek dönüyor. Jean Genet için Fransız Guyanası’na gidiyor, taşlar toplayıp dönüyor. Tam bir anı koleksiyoncusu Smith. New York’tan dünyanın dört bir yanına dağılıp tekrar Café ’Ino’da birleşiyor parçalar; sanki Dr Who’nun Tardis’i ona miras kalmış gibi...
Ve tüm bunlar olurken, kendisini daha fazla açıyor okura. Dedektif dizilerine tutkun olduğunu öğreniyoruz mesela. Sevdiği dizilerden birinin oyuncusuyla karşılaştığında heyecanlanıyor. Hiçbir zaman açmayacağını düşündüğü kafenin planlarını çiziyor kumlara. Bir gün nefes alan bir ev haline geleceği hayaliyle, viran bir kulübe satın alıyor. Alışkanlıklarına tutkun; siyah paltosu gibi... Bir gün bir yerde, nasıl olduğunu bilmediği şekilde kaybedeceği varsa da, onun için ağıt yakması gerekecekse de tutkun. Ve karamsarlığa düştüğünde kendi iyimserliğinin ucundan tutup yaşadıklarını bir aydınlanma anına çevirebiliyor; işte esas bu şiirsel!
Yazarların kendilerini anlattıkları kitaplarda insanın ağzını en çok sulandıran şeylerden biri okuma listeleri. Yalnızca kendinizinkilerle karşılaştırmak için değil, onunla belki aynı satırların altını çizdiğinizin hayaline düşmek için. Murakami hayranı olan birçok Patti Smith sevdalısı onun da Zemberekkuşu’nun Güncesi’ni saplantı haline getirdiğini okuyunca zevkten dört köşe olacaktır eminim.
* Görsel: Aslı Yazan
Yeni yorum gönder