Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir şablonun tekrarı



Toplam oy: 759
Stephen King
Altın Kitaplar
Bay Mercedes, korku ya da gerilim sevenlerin beklenti ve ihtiyaçlarını karşılayacak ortalama bir ritme sahip.

Göz, Hayvan Mezarlığı, Parıltı ve Christine gibi kitaplarıyla korku eşiğimizi farklı tecrübelerle tanıştıran Stephen King’in Bay Mercedes adlı son romanı, polisiye gücünü son zamanlarda ekran değeri yükselen dedektif/ suç dizilerinin argümanlarından alıyor.

 

Gri Mercedes adlı ilk bölüm, bir iş bulma kuyruğunun kalabalığı ile açılıyor. Gece yarısından itibaren sıraya giren onlarca işsiz, sabaha doğru açılacak iş fuarını beklerken, sislerin içinden aniden çıkıp gelen bir Mercedes ise bu kalabalığın içine dalarak insanları ezip geçiyor ve korkunç bir katliama sebebiyet veriyor. Birkaç ay sonra katliamın failinden gelen mektup, davayı alan, emekli dedektif Billy Hodges için bir av/ avcılık oyununun başlangıcı oluyor.

 

Stephen King romanlarında sıklıkla karşımıza çıkan korku ve gerilim unsurları, Bay Mercedes’te umulan heyecan ve gerilimi oluşturmada yetersiz kalıyor. Metni formatlayan güncel değişimler ile teknolojinin yükselişi, akıllı telefonlar, virüs koruma programları, sosyal medya gibi gelişmeler, eleştirilerin hedefi haline getirilirken, dayanaklara sırt vermiş ayrıntılar kullanılmadığından, okuru ikna etmekte etkili olamıyor. Seyirciye vaat ettikleri dram ve heyecan unsurlarıyla, epizodik birer anlatıya dönüşen polisiye diziler, Bay Mercedes’in referanslarının da ana hattını oluşturuyor. BBC dizisi olan Luther’dan Showtime yapımı Dexter’a, bir zamanların efsaneleşen HBO yapımı The Wire’dan CBS dizisi Criminal Minds’a ve NBC yapımı Columbo’ya kadar uzanan geniş bir yelpazenin içinde dedektif Billy Hodges, okurun/seyircinin aşina olduğu yöntem ve metotlarla Mercedesli katilin peşine düşüyor. Ancak son dönemde yıldızı giderek yükselen ve polisiye anlatıya başka bir soluk getiren bu yapımlar, izleyiciye de okura da klasik polisiye geleneğinin şifrelerini kırdırıyor artık. Hal böyle olunca Bay Mercedes bu türlerin referanslarını metnin içine kodlamış olsa dahi, eski geleneğin izlerini yeni bir söz katmadan, başkalaştırmadan kullanmaya devam ettiği için, korku ve gerilim inşa etmekte yetersiz kalıyor.

 

 

Romanın başkahramanı, eski polis emeklisi Billy Hodges, hem bu tür yazının okura sunduğu dedektif/ polis profilinin hem de uzun soluklu dizilerin öngördüğü özel dedektif şablonunun bir tekrarı. O öncelikle bir anti kahraman. Boşanmış, çocuklu, düzensiz beslenen, kalitesiz yaşam koşullarına teslim olan ancak işinde çok başarılı dedektif şeması artık çok tanıdık ve farklı keşifler önermeyen bir karakter profili. Üstelik Hodges hayatındaki kadının varlığı dışında derinlikli bir ruh zenginliğine de sahip değil. Dolayısıyla, okur onu anlayabiliyor ancak yaşadığı içsel çatışmalara ortak olamıyor. Bu, diğer yan karakterler için de söz konusu olan bir durum. Elbette Billy Hodges’ın bir Sherlock Holmes ya da bir Mike Hammer olmasını beklemiyor okuyucu. Ancak yine de onu başkalaştıran şeylerin ahengi, metni daha ilginç kılardı şüphesiz.

 

Bay Mercedes, Stephen King’in birçok metni gibi, bir durum anlatısı. Karakterler varlıklarıyla durumun etrafında bir çözüm süreci yaratıyorlar. Ancak metin bu süreci fazla ayrıntıya boğuyor, sıkıştırıyor. Bu da okurun ritmini düşürüyor.

 

Bay Mercedes, Zeynep Heyzen Ateş çevirisiyle Altın Kitaplar serisinden raflarda yerini aldı. Metin korku ya da gerilim sevenlerin beklenti ve ihtiyaçlarını karşılayacak ortalama bir ritme sahip. Ancak olay örgüsü, karakter derinliği ve atmosferin gücü, King’in diğer metinlerinde yarattığı dehşet duygusunu üretmeye ne yazık ki yetmiyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.