Çalıştığı forklift / kamyonet üstüne devrildi. Halatı kopan asansörün / üzerine çöken duvarın / kömür yüklü vagonun altında kaldı. Elektrik arızasını giderirken / inşaata kablo döşerken akıma kapıldı. Metan gazı patlaması / toprak kayması sonucu göçüğün altında sıkıştı. Doğalgaz kaçağından / borudan sızan amonyaktan / yoğun dumandan zehirlendi. Mermer blokların / sac levhaların / kayaların altında kaldı. Foseptik çukuruna / asit havuzuna düştü. Kullandığı silindir / iş makinesi şarampole yuvarlandı. Mal taşırken tren / TIR çarptı. Kafası pres makinesine / demir kesme makasına sıkıştı. Rezidans inşaatında iskeleden düştü. Taşıma bandına kolunu kaptırdı. Kimyasal fabrikasındaki yangında kül oldu. Sipariş yetiştirirken motorsiklet kazası geçirdi. Su boru hattında girdaba kapıldı. Fındık topladığı bahçede yaban arıları soktu. Üretim bandından fırlayan kürek boynuna isabet etti. Çalıştığı evin camından düştü. Buhar kazanı yanında patladı.
Türkiye'deki çalışma hayatının hal-i pür meali yukarıdaki kelime bulutunda gizli. Adalet Arayana Destek Grubu'nun hazırladığı ve 1umut Yayınları tarafından basılan İş Cinayetleri Almanağı, iki senedir, ulusal basına yansıyan cinayetlerin günbegün çetelesini tutmakta. Soma sonrası yapılan yorumlarda sıkça karşımıza çıkan 1253 sayısı, 2013 senesinde hayatını iş cinayetlerinde kaybeden emekçileri mimliyor. Yangın Kulesi'nin 2014'ün ilk dört ayı için yaptığı çalışmada aynı sayı en az 396 ve mayıs ayında neredeyse bir bu kadar can daha eklendi katliam tablosuna. Bu sayılara meslek hastalıkları nedeniyle sönen yaşamlar dahil değil. ILO'nın 2013 verilerine göre çalışma kaynaklı can kayıplarının sadece yüzde 14'ünün akut "iş kaza"larında gerçekleştiğini, kalıcı olarak iş görmez hale gelenleri ve işe bağlı sorunlar nedeniyle fiziksel ve ruhsal sağlığını yitirenleri göz önüne bulundurunca ortaya çıkan resim dehşet verici. Ve bu resim gittikçe kötü bir halmakta, zira DİSK'in geçtiğimiz ay hazırladığı rapora göre 2002-2005 arası ile 2006-2012 arası geçen dönemi karşılaştırdığımızda her üç kayıtlı iş cinayetine bir yenisi eklenmiş durumda.
Ancak bunlar hep istatistik. Rakamlara bakmanın insanı gerçeklerden soyutlayıcı ve meselenin özündeki insani trajedilerden uzaklaştırıcı bir etkisi de var. İş Cinayetleri Almanağı, bir vaka arşivi olarak okuyucusunu yaşanan iş cinayetleri konusunda derinlemesine bilgilendirmekte. Ancak bilgi sahibi olmak günümüzde çok da bir anlam ifade etmiyor. Zira ölüme karşı duyarsız bir toplum halini aldık. Ateş düştüğü yeri yakıyor; insan kendi başına geldikçe anlamıyor, kendini ölenin anası babası, eşi kardeşi, evladı yerine koyamıyor. 11 Mart 2012'de Marmara Park AVM şantiyesindeki çadırlarında ölen 11 işçiden biri olan Barış Kıyak'ın kardeşi Damla'nın dediği gibi, "İnsanlar bilmesine rağmen çok rahat gidiyor Marmara Park'a, arkadaşlarım bile akıllı telefonlarıyla check-in yapıyor." Bu ülkede milyonlarca emekçinin çalıştığının, bir sonraki yılın almanağında kendimizin ya da bir sevdiğimizin isminin bulunabileceğinin farkında değilmişiz gibi yapıyoruz. Adalet arayan işçi ailelerinin acıları küllenmeyecek ve adalet yerini bulsa da gidenler geri gelmeyecek. Ama eğer sorumlular cezalandırılır ve iş güvenliği konusunda adımlar atılırsa binlerce can kurtulacak. Bu açıdan ailelerin verdiği mücadele özünde herkes için daha aydınlık bir geleceğin mücadelesi.
İdeolojik bir tartışma değil
Bunca iş cinayetinin arkasındaki sebepler son dönemde enine boyuna tartışıldı. Küresel rekabet, sermayenin kâr hırsı ve devletin sermayenin arkasında hizalanarak kanuni görevi olan denetimi etkin kılmaması günümüzün baskın iktisadi zihniyetinin ne pahasına olursa olsun büyüme güdüsüyle birleşince iş cinayetleri istisnadan ziyade kural halini aldı. Suçu sermaye ve devlet gibi yapılar kadar kendimizde de aramak gerekiyor, zira her iş cinayeti toplumsal olarak vardığımız uzlaşının bir sonucu. Madenlerde hayatlarını kaybeden emekçileri yaşam tercihlerimizin dayattığı enerji müptelalığından, inşaat sektöründe yiten 294 canı müşterek beton fetişimizden, silikozis hastası olan kum taşlama işçilerini tüketim alışkanlıklarımızdan ayrı düşünmek mümkün değil.
LGBT ve feminist hareketlerin sloganı olan "Trans/kadın cinayetleri politiktir" şiarı iş cinayetleri için de geçerli. İş Cinayetleri Almanağı'nda Karadon, Kozlu, Afşin-Elbistan, Ostim İvedik, Davutpaşa ve Kozan gibi toplu işçi cinayetlerinin hukuki süreçlerine ayrılan kısım aslında her bir cinayetin bilinçli olarak işlendiğinin göstergesi. Bu vakalara cinayet denmesinin nedeni işverenlerin ve devletin almadıkları önlemlerin sonuçlarını öngörmelerine rağmen eylemlerine taammüden devam etmeleri. 8 Ocak 2013'te Kozlu'da 8 işçinin ve 30 Ocak 2013'te Gündoğdu'da 7 işçinin can vermesinden sonra basında çıkan açıklamalar faciadan kıl payı dönüldüğünü ve aynı vardiyadaki 700-800 kişinin de ölebileceğini işaret ediyordu. Bu açıdan Soma katliamı tarihin tesadüfi bir tekerrüründen ziyade gerçekleşmesi kaçınılmaz bir katliamdı. "Politik" vurgusuna geri dönersek, devletin kazanç elde etme güdüsüyle kasten cinayet işleyenleri taksirle ölüme sebebiyet vermekten yargılaması, esas sorumluların yargı önünden kaçırılması, emekçi ailelerinin kan paralarıyla yıldırılmak istenmesi, dava süreçlerinin gecikmeli ve yanlı bilirkişi raporlarıyla aksak topal ilerlemesi iş cinayetlerinin bir devlet politikası olduğunu düşündürüyor.
Adalet arayan işçi aileleri ilk kez 16 Mayıs 2012'de Vicdan ve Adalet Nöbeti tutmuş, 7 Ekim 2012'den itibaren de her ayın ilk pazar günü nöbetlerine devam etmişti. Almanak bu nöbetlerde yapılan söyleşilerin dökümünü de içeriyor. Bu toplantılarda 40-50 kişiden fazlasının bir araya gelmiyor oluşu da toplumsal duyarsızlığın ve kabullenmişliğin bir başka tezahürü. Evet, sendikalar ve meslek odaları güçlü olmalı, iş güvenliği tedbirleri işverenin keyfiyetine bırakılmamalı, devlet denetim sorumluluğunu yerine getirmeli, basın piyasanın değil emeğin dilini içselleştirmeli ancak her şeyden önce toplumsal uzlaşımız başka bir düzlemde kurulmalı. 18 yaşın altında 60 çocuk işçinin hayatını kaybettiği, 2011'de Afşin-Elbistan termik santralinde gerçekleşen göçük sonrası 9 canın hâlâ 50 milyon metreküp toprak altında yattığı bir coğrafyada bunun ideolojik bir tartışma değil, hepimizi etkilemesi olası bir hayat memat meselesi olduğu unutulmamalı.
* Görsel: Mert Tugen
Yeni yorum gönder