Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir yanıyla tanıdık ama yine de farklı



Toplam oy: 731
Mihail Bulgakov
Encore
Duygu Çağı Kitapları sadelikten de abartıdan da, absürtlükten de melankoliden de uzak durmayan, bir yanıyla tandık ama yine de farklı ve yeni metinler okuma imkanı sunuyor.

Encore Yayınları'nın yeni dizisi Duygu Çağı Kitapları'nın ilk ürünleri, okura kara bir safradan, bir başka âlemden çıktıkları izlenimini veriyor. Dizinin hemen göze çarpanı, belki yazarın tanıdıklığından ötürü, Bulgakov'un Şeytanî'si. Bulgakov'un Bir Köy Doktorundan Öyküler'de, kaygı ve korkuyla ördüğü cümleleriyle tanışmış olanlar Şeytanî'de benzer öğelere rastlayacaklarını düşünebilir ve aslında tamamen de yanılmazlar. Şeytanî, Bir Köy Doktorundan Öyküler'den oldukça farklı bir üslup ve içeriğe sahip olsa da benzer tınılar, dokunuşlar onda da vardır. Bulgakov'un karmaşık dünyası, metnin melankolik (karanlık) dokusuna galip gelmeye çalışan bir humour aydınlığı ve kendi kültürümüzden de aşina olduğumuz bir parça hiciv tebessümü metinde açığa çıkanlardır. Bu bağlamda Bulgakov'un Şeytanî'si, yerli edebiyatın ustası Oğuz Atay için yazılmış bir yazıda söylenenleri hatırlatır. Oğuz Atay'a Armağan, Türk Edebiyatının "Oyun/Bozan"ı (Der. Handan İnci, İletişim Yayınları) adlı derlemedeki yazısında Ali Akay şöyle bir dipnot düşmüştür: "Yazısının bir çeşit akışkanlığı taşımasına rağmen, klasik roman tekniğine yaslanır gibi yaparak, bu klasisizmi yerinden edecek ‘şizofrenik akışkanlık' çabasını kitaplarında büyük bir humour ile görmek olasıdır Oğuz Atay'ın. Psikolojik, ağır derinlik analizlerinden yüzeye doğru yükselen bir yazısı vardır; bedenler, kimlikler, insanlar, bakkallar birbirlerine karışır, bedenler yüzeye çıkarken birbirlerinin içine girerler; Lewis Carroll'un bedenlerinin birbirlerine girdiği gibi."

 

Şeytanî'de iç içe geçen, kararan, kibritin (kitabın kahramanının çalıştığı yerde üretilen kibritlerin) aydınlatamadığı bir dünya görürüz. Kahramanımız Yoldaş Korotkov, kadrolu kâtip olarak Kibrit Malzemeleri Genel Tedarik Merkezi'nde (KİMAGETEM) çalışmaktadır. Önce, maaşını para yerine ürettiği mamullerle alır. Evine yanmayan kibritlerle gittiğinde yan komşusunun da maaş yerine çalıştığı yerde üretilen mamullerden (şaraplardan) aldığını görür. Komşu kibritlerin yanmadığını, şarabın ise bir şeye benzemediğini (belki de insanı sarhoş etmediğini) öne sürer. Kibritlerin aydınlatmadığı, şarapların hafifletmediği melankolik ama bir yandan nüktedan bir alemdedir kitabın kahramanları. Korotkov kibritlerin aslında yandığını ispat etmek için bütün gece onlarla uğraşır ve sonunda kendi canını yakmak pahasına onları kullanabilecektir; komşusunun, "Kimse istemiyor" diye ona bıraktığı şaraplarsa, bir çay bardağı kadar içince bile Korotkov'a etki edecek, hatta ertesi güne baş ağrısıyla uyanmasına neden olacaktır. İşte o günlerde, maaşını alamayışının ardından Korotkov bu defa işten de atılır: "Vazifelerine karşı mazur görülemeyecek ilgisiz hal ve tavırları sonucu kurumun resmi evraklarında hayati sayılabilecek karışıklıklara neden olmasından ve ayrıca işyerine adeta bir kavgadan çıkmış gibi suratı berbat bir halde gelmesinden dolayı, Yoldaş Korotkov, ayın 25'inin tramvay ücreti dahil kendisine ödeme yapılmak üzere, ayın 26'sı yani bugün itibariyle işten çıkarılmıştır."

 

Başta sıradanmış gibi ilerleyen bu kurgunun ardında, Şeytanî'de gerçeküstü, karmaşık ve gerilimli bir ortam, kaos vardır. Caroll'unkine tamamen benzemese de oradaki alemi anıştıracak bir anlatım ve detaylar mevcuttur metinde: " Korotkov, muhteşem kırmızı ojeli tırnaklarıyla çizilmiş bembeyaz, küçük bir elin gösterdiği yöne, genişçe salona doğru koştu. Salonu boydan boya bir hamlede geçince kendini dar ve karanlık bir yerde buldu. Orada, gözüne ışıklandırılmış bir asansörün genişçe ağzı ilişti. Yüreği yerinden fırlayacak gibi oldu… Onu bulmuştu… Asansörün ağzı, adamın geniş kare sırtını ve parlak çantasını yuttu."

 

Karanlığın yakınında

 

Dizinin diğer kitapları da, yazarlarının hayatlarıyla bile, başta andığımız o karanlığın uzağında değiller. Kara Bahar, intihar eden bir yazarın metni. Unica Zürn'ün hikayesinin odağındaki, yetişkinlerin dünyasından nefret eden bir kız çocuğu. Okur bu kızın büyümesine, cinselliği keşfine tanıklık ediyor ancak öyle bildik bir genç kızlık ya da aile hikayesi değil Zürn'ün anlattığı. Özellikle bazı yerlerde sert, ve sarsıcı bir metin. Babasına önce hayran olup, onun diğer kadınlarla ilişkisini görünce her şeyden soğuyan kızın yazdıkları, söylenmeyen gerçeklere yaklaştırırken okuru sarsıyor: " Anne babasının evliliklerinin çatırdadığını bilmiyor ama babası eve, kendisine kocaman, pahalı bir oyuncak bebek veren hiç tanımadığı, güzel ve şık bir kadın getirdiği gün bundan kuşkulanıyor. Evdeki mutsuzluktan dolayı sinirli ve ümitsiz olan kız bir bıçak alıp oyuncak bebeğin gözlerini oyuyor. (…) Kız dikkatle babasını inceliyor, güzel kadına bakarken kendisini nasıl kaybettiğini ve küçük kızın varlığını nasıl unuttuğunu görüyor. Kızın içi korkunç bir yalnızlık duygusuyla doluyor."

 

Dizinin yayınlanan kitapları arasında karanlıktan en uzak olanı belki de Daniil Kharms'ın Ufak Tefek Olaylar'ı. Kitap adının da duyurduğu üzere ufak tefek olayları konu ediyor. Ufak tefek ama zaman zaman gerçeküstü. Gerçeküstücülüğün ve absürd edebiyatın çok iyi bir örneğini veren ve Sovyet edebiyatının temsilcisi olarak anılan yazar Daniil Kharms bu bağlamda Gogol'ün paltosunu hatırlatıyor. Kharms o paltoya girdi mi bilenmez ama öyle ya da böyle onun sıcaklığını hissetmiş gibi. Gogol'deki kayıp burun, konuşan köpek, gizemli portre gibi Kharms'ın da altıdan sonrasını saymayı unutan, gözlüğünü takınca başka, çıkarınca başka şeyler gören kahramanları var: "Şimdi ne yapacaktık? Yazlık bahçeye gidip oradaki ağaçları saymaya başladık ama 6'ya varır varmaz yeniden tartışmaya başladık: Kimilerine göre önce 8 geliyordu, kimilerine göre de 7. Yıllarca tartışabilirdik, ama şansa bakın ki banktan bir çocuk yere düşüp çene kemiklerini kırdı. Bu bizim dikkatimizi dağıttı."

 

Kharms'ın bu eserini absürt edebiyatın bir örneği sayabiliriz, üstelik de absürdün abartısız bir örneği. Absürtlükten genellikle abartı beklenir, öyle olacağı varsayılır ancak Ufak Tefek Olaylar bu varsayımı biraz olsun boşa çıkarıyor ve absürtlük için ille de gündelik olandan uzaklaşmak gerekmediğini ortaya koyuyor. Absürtlük aslında tam da günlük hayat sürerken, böyle ufak tefek olaylardan çıkıyor.

 

Yolu açık ve uzun olacağa benzer bu dizi farklı türleri kapsıyor; dizinin diğer bir ürünü Kuşların Yüzeyi bir şiir kitabı. Kısacası, şiir de dahil bu diziye, bir tür orta oyunu da, roman da. Kimi zaman ufak tefek gündelik olaylar kimi zamansa büyümenin karanlık tarihi anlatılıyor. Sadelikten de abartıdan da, absürtlükten de melankoliden de uzak durmayan, bir yanıyla tandık ama yine de farklı ve yeni metinler okuma imkanı sunuyor.

 

 


 

 

* Görsel: Ali Çetinkaya

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.