Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Birini sevmek ne demektir?



Toplam oy: 666
Paolo Giordano // Çev. Eren Yücesan Cendey
Doğan Kitap
Aileden Biri, gerçek ve acılı bir öykünün, yazınsal olarak yeniden işlenmiş hali.

Paolo Giordano, yeni romanı Aileden Biri'ni bir kayıp, bir yitişle açıyor. Sonda söyleyeceğini başta söylüyor bir anlamda; denklemi tersine çeviriyor. Nora ile kocası, ev işlerinde yardım etmesi ve küçük oğulları Emanuele ile ilgilenmesi için evlerini A. Hanım'a açıyorlar. Cimri, inatçı, hiçbir şeyi değiştirmeyen, değişimden hoşlanmayan ve gözleri her şeyi gören bir kadın A. Hanım. Bir sığınak, bir ağaç gövdesi oluyor zamanla bu çekirdek aile için. İşte o A. Hanım'ın bir kış sabahı bu dünyayı terk etmesiyle açılıyor Aileden Biri. Giordano, bu kadına bir isim bile bahşetmiyor. Tek bir harfi –A'yı– yeterli görüyor, daha fazlası değil. Küçücük oğulları Emanuele'in yakıştırdığı bir takma adı oluyor sadece: Babette. Ancak ve ancak bir takma ad. 


Daha kitabın başında, yazar tarafından uyarılıyoruz: Aileden Biri, gerçek ve acılı bir öykünün, yazınsal olarak yeniden işlenmiş hali. Fransız filozof Gilles Deleuze ile psikanalist Felix Guattari'nin birlikte yazdığı, başyapıtları sayılan Kapitalizm ve Şizofreni adlı eserlerinin ikinci bölümü olan Bin Yayla kitabından bir alıntı ile açılıyor: "Birini sevmek ne demektir? Onu bir kütlenin içinde bulmak, dar da olsa ait olduğu gruptan çekip çıkarmak, bunu ailesi ya da başka bir unsurun yardımı olmadan yapmak. Sonra onun değişimlerini, içinde barındırdığı ve belki bambaşka bir doğaya sahip olan çoklu yüzünü aramaktır." Aileden Biri'ni okurken, bu alıntının özellikle "Birini sevmek ne demektir?" ve "çoklu yüzünü aramaktır" kısımlarını zihinlerimizin arka planında tutmakta fayda var. (Bin Yayla, bitkilerin kökleri, sapları; "bir" ve "çok" kavramları, coğrafi yönler olarak Doğu, Batı ve Amerika ve bir yaylanın ne olduğu ile açılıyor; tüm dünya tarihini karmakarışık kat ettikten sonra tekstil, müzik, matematik ve estetik modellerle kapanıyor. Giordano'nun Aileden Biri romanı, göründüğünden çok daha fazlası. Romanın katmanlarını hissetmek için Bin Yayla'nın ne minvalde bir kitap olduğunun kokusu alınmalı.) 

 

 

 

Yaz sonunun uğursuz kuşları

 

 

A. Hanım'ın ilginç rüyaları, ressam cüce arkadaşları, bir anda ortalığa çıkan bir hüthüt kuşu, kırılan aynalar, makyajlı gidilen cenazeler derken Giordano'nun evrenine çok kolay dahil oluyorsunuz. A. Hanım, Nora ve kocasının aşkının oluşmasını, gerçekten var olabilmesini sağlayan bir ayna gibi. Üçüncü bir kişi olmadan, hiçbir ikili ilişki gerçekte var olamıyor. Sağlaması yapılamıyor, tanımlanamıyor. Ancak üçüncü kişilerle, ikili ilişkilerimizi somut şekilde duyumsayabiliriz. Üçüncünün bakışı, üçüncünün bakış açısı elzemdir.

 

A. Hanım'ın yerine başka birini koymayı deniyorlar. Nora'nın annesi olmuyor. Yabancı uyruklu genç kız olmuyor. Belli ki kimse A. Hanım'ın yerini tutamayacak. Eve taşınan gizli kokular, mahrem ayinler, anı çeyizleri, ritüele dönüşen uykusuzluklar, cebirin küstah güzellikleri, dans eden rakamlar, harfler, işlemler... Aileden Biri, küçük hacminden çok daha fazlasını sunuyor.

 

Paolo Giordano 1982 doğumlu; ilk romanı Asal Sayıların Yalnızlığı (2008) ile otuz dile çevrilerek uluslararası bir çoksatar yazarı oluverdi. Fizik alanındaki doktorasından da nasibimizi alıyoruz zaman zaman: Maxwell denklemleri, güneşmerkezlilik, görelilik yasaları, Planck sabiti gibi fizik dünyasından kavramlar, Aileden Biri'ne de serpiştirilmiş durumda. Roman ilerledikçe uranyum, elektromanyetik radyasyonlar, küçük olmayan hücreler de giriyor işin içine. Denkleme dahil oluyor. Yaz sonunun uğursuz kuşları, kemoterapiler, peruk dükkanları... Sentetik saçlar, gerçek saçların yerini tutabilir mi?

 

A. Hanım'ın öksürük krizleri giderek artıyor. Beklenmedik anlarda, yüzlerden, gözlerden dökülen hüzünler... Giordano ile birlikte tekrar tekrar soruyoruz: Birini sevmek ne demektir?

 

 

 


 

 

 

Görsel: Gökçe İrten

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.