George Orwell ile Yevgeni Zamyatin’in durumu, insanın aklına ister istemez ‘uzay kalemi hikayesi’ni getiriyor: "Amerika, astronotlarını uzaya göndermeye başladığı yıllarda, tükenmez kalemlerin yerçekimsiz ortamda işe yaramaz olduklarını fark eder. Milyon dolarlık yatırımlar ve yıllar süren testler sonucunda uzayda yazabilen bir kalem geliştirirler; ucu yukarı tutulduğunda da, herhangi bir yüzeye de, her türlü sıcaklıkta da yazabiliyordur... Aynı sorunla Ruslar da karşılaşmışlardır ve kozmonotlar o zamandan bu yana kurşunkalem kullanmaktadırlar." Orwell da Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanında, kahramanı Winston Smith’i etrafı kara bıyıklı Büyük Birader’in posterleriyle, helikopterlerle insanların pencerelerini gözleyen polis devriyeleriyle ve aynı anda hem yayın yapabilen hem de kaydedebilen, hem işiten hem de gören teleekranlarla, Düşünce Polisleriyle çevrili bir günlük hayatın içine oturtur: “Herhangi bir anda seyredilip seyredilmediğinizi anlayabilmeniz olanaksızdı. Düşünce Polisinin, ne kadar sıklıkla ya da nasıl bir sistemle kimi izlediği bilinemezdi. Her an, canları ne zaman dilerse, alıcıyı çalıştırabilirlerdi.” (çev. Nuran Akgören, Can Yayınları, 3. Basım, 1994) Bir başka deyişle Orwell, romanında, en basit hak ve özgürlüklerin bile baskı altında olduğu, bütün yetkilerin tek bir elde toplandığı bir düzeni Winston Smith’in yaşam alanı üzerinden böyle tanımlar. Zamyatin’in Biz romanındaki kahramanı D-503 de benzer bir yönetimle karşı karşıyadır, ancak onun etrafı çok daha ‘basit’ ama daha ‘keskin’ bir baskıyla çevrilidir; D-503, kısaca, cam duvarların ardında, şeffaf konutların birinde yaşamaktadır; teleekranlara, helikopterlere gerek yoktur, her şey zaten apaçık ortadadır!
Biraz ‘basit’e indirgemişiz gibi görünebilir, elbette daha ayrıntılı bir incelemeyi hak etmektedir bu konu ama sözü getirmek istediğimiz nokta, sonuç olarak Orwell’ın Zamyatin’den esinlendiği; hatta belki biraz fazlaca esinlendiği... Üstelik Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanının yayımlanmasından üç yıl önce, 1946’da Tribune’a Biz romanı hakkında bir inceleme yazmıştır. Örneğin, Biz’deki insanların cam binalarda yaşamasını, romanın televizyonun keşfinden önce yazılmasına bağlar! Yazısını, romanda ele alınanın dikkat çekmesi için İngilizce versiyonunun yayımlanması gerektiğine işaret ederek sonlandırır. Demek, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ün temeli orada atılmıştır…
Buzlu camların ardındaki Zamyatin
Biz romanının etki alanı, Orwell’la da sınırlı değil. Distopyanın hemen akla gelen bir diğer yazarı, Cesur Yeni Dünya romanıyla Aldous Huxley... Yazar Kurt Vonnegut, işin içine kendisini de katarak, bu iki isim arasındaki bağlantıyı şöyle özetler: “Otomatik Piyano’yu yazarken olay örgüsünü gururla Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sından ödünç aldım, o da zaten gururla Yevgeni Zamyatin’in Biz’inden ödünç almıştı.” Biz’in önemini vurgulamak adına daha fazla örneğe gerek yok sanırım ama bütün bunlara karşın Biz romanı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ün gölgesinde kalmaktan kurtulamamış görünmektedir. Zamyatin, özellikle Orwell’la karşılaştırıldığında, kendi kahramanı gibi apaçık ortada değildir, aksine buzlu camların ardından çıkamamıştır. Böylelikle Zamyatin’in Biz haricindeki eserlerine de, sıra çok daha geç gelmektedir.
Şu sıralar Biz romanı Türkçede yeniden gündemde. Bunun sebebi, eserin ilk defa aslından bir çeviriyle Türkçeye kazandırılmış olması. Ayrıca Zamyatin’in bir önsözü ve sonsöz niteliğinde bir yazısı da yer alıyor İthaki Yayınları tarafından yapılan bu yeni basımda. Dolayısıyla Biz çevirilerine artık ‘doyduğumuz’ söylenebilir.
90’lı yılların başında İletişim Yayınları çeşitli hikayelerini cep kitabı boyutundaki birkaç kitapta bir araya getirmişti Zamyatin’in, ancak bu kitaplara artık sahaflarda bile rastlamak mümkün değil. Zamyatin’i tanımak adına en yakın tarihli kitap ise, Sabaha Karşı Toprak Şifa Bulacak ismiyle yayımlanan derleme.
Biz dışında başka hiçbir kitabına ulaşamadığımız düşünüldüğünde, Zamyatin’in bir uzun öyküsünün yer aldığı, kısa öyküler, küçük öyküler ve masallarından bir seçki olan Sabaha Karşı Toprak Şifa Bulacak, değerli bir çalışma olarak karşımızda duruyor. Üstelik bu seçkide Zamyatin’in eserlerindeki sembollerin deşifresine destek vermek amacıyla eklenen “Zamyatin’in Eserlerinde İngiltere İmgesi” ve “Yevgeni Zamyatin’in ‘Dragon’ Adlı Öyküsü Üzerine Sanat Dersi” başlıklı iki çalışma da yer alıyor.
Umarız ilerleyen günlerde yazarın diğer ‘gölgede kalmış’ eserlerine de Türkçede kolaylıkla ulaşır duruma geliriz. Burada son söz, elbette Zamyatin’in: “Ben yürümenin, marş adımı atmanın ötesine geçip uçabilenler için yazdım.”
Yeni yorum gönder