Kimileri yaz aylarını kitapla bir vicdan sorunu haline getirir ve bütün bir yılın günahını üstünden atarmışçasına okumaya başlar; çünkü zaten alışılagelmiş bir şeydir ‘boş vakitlerinde kitap okumak’. Kimse boş vakitlerinde çalışmaz, sevişmez, öğrenmez; boş vakitler, sanata ayrılmasıyla stratejik önem taşır nedense.
Tatilde okunacak kitaplar kavramının bir de incitici yanı vardır edebiyatseverler açısından: O kitaplar, deyim yerindeyse ‘hafif’ olmalıdır. Plajda, yolda, terasta birdenbire daha önemli, acil bir işiniz çıktığında bırakıp kalkabileceğiniz, dilim varmıyor, ama hatta orada unutmanın bir öneminin olmadığı kitaplardır bunlar. Okurun satın alırken her anlamda ‘ucuz’ gördüğü, oyalanma amaçlı ürünler. O nedenle yaz ayları başladı mı bir kitap hakkında yazmaktan, yazarını-şairini üzmekten korkarım; sanki ‘fazlasıyla önemsenecek bir eser değil, işte bildiğiniz boş vakit eğlencesi’ demek istiyorum havası esecek diye çekinirim.
Yayıncılar pusuya yatmış, sonbaharda piyasayı bombalamayı planlarken, yazarlar-şairler kış çıkartması için harıl harıl çalışırken, okurun bu gevşekliğinin üzerinde kimse durmaz. Sanki herkes yaz hariç diğer üç mevsim deliler gibi okumuş-yazmış ve sonunda dinlenmeyi hak etmişlerdir. Bir de şu var tabii: Üç mevsim okudum-yazdım diye yan gelip yatmıyor, hâlâ göstere göstere okuyorum.
Bunun sosyolojik-psikolojik savunma mekanizmalarını uzmanlar daha iyi analiz edebilir elbette; asıl mesele biraz da benim ne okuduğum.
Yaz aylarında yeni kitaplardan çok, okumaktan zevk aldığım eski kitaplarıma dönerim; yani kitapçılara değil, kütüphaneme yönelir adımlarım. Bir kitap tekrar edildikçe güzelleşir. Nasıl bir şarkıyı bir kez dinleyip bırakmaz, hatta sevdinizse defalarca üst üste çalarsınız – kitap da hak eder bunu: Defalarca üst üste okunmak.
Fikret Ürgüp’ün Dosdoğru Günlük’ü bu ilgiyi tartışmasız hak eden bir hüzün abidesi: Tıp adamı, hikâyeci, ressam, sıkı bir sanatçı dostu – marjlarda dolaşan. Sait Faik’in doktoru, Ece Ayhan’ın sırdaşı; yabancılaşma ile şizofreniyi tahlilde acımasız / kendine yakın durmak için varlığına uzak kalmaya tahammül edebilecek kadar bilimsel. ‘Ne günlüğü? Gün olacak mı?’ diyebilmeyi bir füzyon belirtisi sayabiliriz: büyük enerjinin ortaya çıkabilmesi için kütle kaybını göze almak. Kendi ifadesiyle ‘duygulara cebir formülleri uyduran’ bir adamın – aykırılığa düşkün bir psikiyatrın samimi günlüğünün yaz sıcağında okunması ve yine kadınların ve yine kadınlardan gelen kimi güzel sıkıntıların tezahürü kimi serinletecektir?!
Dosdoğru Günlük, yeni baskı yapmayan kitaplardan. O halde şaşaalı kitabevleri kadar sahaflarından da önünden geçebilmeli insan. Hele hele e-kitap gibi bir muammanın kitap fetişistlerini hırpaladığı bir çağda kitap-toz kardeşliğinin yeniden şekillenmesinde bu küçük dükkânların (bir de kediliyse) ziyareti belki de Fikret Ürgüp’ü sevindirecektir. Bu insanları, bu kitapları bulup çıkartmaktır biraz da iyi okur olmak. Size sunulan, sonuçta tüketmeniz istenilense eğer tüketmenin ötesine geçilip neredeyse ortadan kaldırılmış eserlere yönelmek, o keşfe katılmak, toprağı eşelemek kime heyecan vermez?!
Uyumsuzluğu patolojik bir davranış biçimi şeklinde algılamamak için zekânın kullanım alanları hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyor; hele hele söz konusu bir bilim insanı, sanatçı ise onun günlüğü aklın ne işe yaradığının laboratuvar notları âdeta. Başarının, yenilginin, aşkların, üreticiliğin merkezine inme esnasında bize yol gösterir günlükler. ‘Herkesin içindeki yarayı anlayış, seziş, iştirak, sevgiyle kabul ediş’ diyor Fikret Ürgüp; mecazen peygamber yoğunluğu adeta; kristalleştikçe diğerlerinin berraklaşmasını, saydamlaşmasını da gözlemek. Ağrılı bir süreçtir anlamak; kabullenmekse sızı kıvamındadır: Alıştıkça gerçeğe, hayat sadece bir çürüğe dönüşecektir.
‘Bazı ölüler geri dönerler’: Bendeki baskının arka kapağındaki yazı böyle bitiyor.
‘Bazı ölüler geri dönmek isterler’ demeyi tercih edenlerdenim aslında; ancak, araştırdıkça yaralananlarla güneş yanığından dert yananlar savaşında arada kalmaktan çekinen biri olarak her yaz bu günlüğü okuyorum yeniden. Kâh Dario Argento’nun çekebileceği bir romantik filmi, kâh Jacques Brel’in Amsterdam şarkısı eşliğinde bir kadeh kalitesiz konyağın kafası yahut yeni doğmuş bir bebeğin avuçlarını temizlemek tülbentle; hepsini buluyorum bu kitapta.
Yaz, yaz’ılanlarla daha sıcak geçiyor: Az bulutlu, gölgede artı bilmem kaç kalibre.
Dosdoğru Günlük İdefix'te tükenmiş görünmekte.
Sevgiler.
Yeni yorum gönder