Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bu bir cadı oyunu değil



Toplam oy: 843
Naomi Alderman // Çev. Özden Umut Akbaş
Misis Kitap
Naomi Alderman'ın Güç'ü, Damızlık Kızın Öyküsü ile Açlık Oyunları'nın bir melezi değil sadece. Kesinlikle daha fazlası.

Naomi Alderman'ın Güç romanı, olaylarını dört karakter üzerinden kuruyor: Londralı bir suç baronunun kızı olan Roxy, gazetecilik öğrencisi Tunde, yerel bölgede bir siyasetçi olan Margot ve Güney Amerika'dan Allie. Önce 14 yaşındaki Roxy ile Londra'dan başlıyoruz; 21 yaşındaki Tunde ile havuzda bir yaz rüzgarı eşliğinde Lagos'a (Nijerya) geçiyoruz: Tüm gazetecilik öğrenciliği heyecanıyla, süpermarketteki bir kadının bir adamı elektriğiyle çarptığı anın videosunu çekip internette yayınlayınca, "Kızların Günü" başlıyor.


"Elektrik Kızlar" bir türlü anlamlandırılamıyor; bir virüs sanılıyor, deniz biyologları elektrikli yılan balıklarından bahsediyor. Delhi'de bir grup araştırmacı, kızların köprücük kemiklerinin üzerinde çizgili bir kas olduğunu; bu kasa "elektrik organı" veya burgulu yapısından ötürü "kas çilesi" adı verildiğini açıklıyor. "Bir iki yıl içinde bir aşı çıkacak ve ondan sonra her şey normale dönecektir." O aşı hiçbir zaman çıkmıyor tabii...   


Allie ile uzun, sıcak bir yaz esnasında Florida'ya dönüyoruz. Haşlama tankına giden tavuklardan birkaçı başını kaldırıyor! Tavukların bacakları, taşıma kayışına takılıyor, bu kayışa takılı tavuklar ilerliyor ve başları elektrik verilmiş bir suya giriyor. Ciyaklayıp titriyorlar. "Etkin, hijyenik ve vicdanlı" diyor patron, iyi mi! Bu sayfalar aklıma eski bir Yunan filmi olan Angelos'u (Giorgos Katakouzinos, 1982) getiriyor: Şehrin çöplüğünde, filmin başrolü olan genç adamın annesinin çalıştığı tavuk çiftliğinde ya da Atina’nın karanlık sokaklarında geçen filmde, metal bir makineye sıralanan ölü tavuklar hızla kameraya yaklaşırlar…

 

 

 

Titiz kelime tercihleri

 

"On Yıl Önce" altbaşlığıyla açılan roman, dört karaktere birer kez uğradıktan sonra birer yıl ilerliyor. Romanın sonraki bölümlerinde söz, Margot'ın kızı Jocelyn ve Roxy'nin kardeşi Darrell'a da verilecek. Roman ilerledikçe, bu birer yıllık atlamalar konusunda sürprizler de yapıyor. İleride dört yıllık bir atlamanın ardından ayları da sayacağız!


Bir yıl sonra Allie ile Güney Carolina'da devam ediyoruz. Seksen iki gündür yürüyor Allie. Avlarının beyinlerine elektrik sinyalleri göndererek kaslarını "uzaktan kumanda" eden elektrikli yılan balıklarına geri dönüyoruz. Güneşin nereden içeriye sızacağı belli olmuyor. Naomi Alderman'ın Güç'ü, Damızlık Kızın Öyküsü ile Açlık Oyunları'nın bir melezi değil sadece. Kesinlikle daha fazlası.


Kızını cadı sanıp sokağa atan anneler de var. Koca dayağından ağzında diş kalmamış Victoria'nın annesi oysaki kendisine içindeki gücü anlatmaya çalışan kızını dinleyip, kocasını yok etmesi gerekirken... Kızını sokağa atıyor. Her yerde perdeleri kapatmaya çalışanlar da oluyor illa. Manastırda bile.


Güç'ün en kıymetli özelliklerinden birisi de, tertemiz çevirisi. Çeviri olmadığını hissedeceğiniz ölçüde temiz çevrilmiş, Güç. Çevirideki titiz kelime tercihleri, romanın sürükleyiciliğini daha da artırıyor.


Tabii bu yeni güçle de, yeni güç hiyerarşileri ve dengeleri de oluşuyor. Ziyadesiyle saf, zekice yazılmış, elektrikli bir roman, Güç. Kızların verdiği elektriklerle, adeta erkeklerin derilerinin altında örümcekler dolaşıyor ve etlerini ısırıyorlar. Yeni normlar, yeni "normal"ler getiriyor, yeni silahlar, yeni ülkeler, coğrafyalar... Eğrelti otu şeklinde yaralar, şato seçenler derken Naomi Alderman detaylarla müthiş bir yeni-dünya kurmuş. Yaşananlar, tutarlı ve mantıklı; sarkmıyor, romanın inandırıcılığı azalmıyor.

Cinsiyetsiz, hiyerarşisiz, güçsüz bir dünya mümkün mü?

 

Tunde eşliğinde Riyad'a geçtiğimizde, kadınların Riyad'da da ışığı geri getirdiklerine tanık oluyoruz. Yakın zamana kadar kadınların araba kullanmasına bile izin verilmeyen Riyad'da! Kadınlar kahkahalarla gülerken, bir arabadan diğerine gidiyor, motorlarını çalıştırıp silindir bloklarını ateşte eritiyorlar. Ülke neşeli seslerle doluyor.


Din, inanç, mucizeler, sınırlar, yasaklar üzerine epey yorumu var Naomi Alderman'ın. Yeni sözleri de var. Erkeklerin hükmettiği bir dünyada neler olduğunu görüyoruz her gün. Alderman, "mevcut"u ters çevirip silkelemeyi deniyor. Buradan cinsiyetsiz, hiyerarşisiz, güçsüz, basamaksız ideal bir dünya çıkabilir mi? Elbette “toplumsal erkeklik” sürmesin, ancak, kadınların dünyaya hükmetmesi, olması gereken en iyi çözüm mü? Esas sorun cinsiyet ya da cinsiyet kalıplarından ziyade bu "hükmetme," bu "güç dengesizliği"nde değil mi? Romana sonradan dahil olan, erkek bedenine sahip olmasına rağmen az miktarda da olsa elektrik verme yetisine sahip Ryan karakteri bu minvalde çok önemli.


Riyad'ın ardından Moldova sınır köylerinde macera peşinde koşan Tunde'nin aktaracağı, haberini yapacağı çok gelişme olacak daha. Çünkü kadınlar kendi hikayelerini anlatmaya başlıyorlar nihayet. Kölelikten kurtulan kadınlardan oluşan paramiliter çeteler, 43 sınır kentini yönetiyor örneğin. Uzun bir kuraklığın ardından yağan yağmurun kokusu var havada. Yeni haritalar, yeni ülkeler, yeni dengeler oluşacak.


Parmaklarıyla suyu karıştıran kadınlar, bütün dünyanın gidişatını değiştiriyor. Erkekleri kahkahalarıyla korkutan kadınlar… Her yer fena halde yanık kokuyor.


İnternet forumlarındaki yazışmalar, mailler vd. günümüz iletişim biçimleri, romanın akıcılığını daha da artırıyor. Yeni komplo teorileri, yeni kuklalar, sosyal medyanın her türlüsü var Güç’te.

 

 

Meryem Mirzakhani ve kadim yol arkadaşı matematik

 

Güç, oldukça değerli bir edebiyat ödülü olan Bailey's Women Prize'ın bu yılki sahibi oldu. Ayrıca İngiltere'nin politika yazarlığı hususunda verilen en kıymetli ödüllerinden biri olan ve çoğunlukla kurgu dışı kitaplara verilen Orwell Ödülü'nün bu yılki 14 kitaplık uzun listesinde Güç de yer alıyordu! Avcı olamadıkça, avlanan olunduğuna dair altyazılar geçen bu önemli roman, kesinlikle okunmayı hak ediyor.


Roxy eşliğinde tekrar Güney Carolina'da gezinirken, çok güçlü kadınlarla ve az güçlü kadınlarla karşılaşacağız. Okyanusta şimşekler çaktıracak Roxy. YouTube videolarının da önemli roller üstlendiği bu roman, yüzlerce porselen bebeğin bir arada olduğu ve doğrudan size baktıkları bir oda gibi. Güç'ü okurken sık sık aklımdan Meryem Mirzakhani geçti. Stanford Üniversitesi profesörü, Field Ödülü’nü alan ilk kadın olan Meryem Mirzakhani. Lise son sınıfa kadar matematikle ilgileneceğini hiç düşünmeyen, abisinin 1’den 100’e kadar sayıların toplanması sorusuyla (Gauss Yöntemi) matematiğin büyülü güzelliğine dahil olan, aynı matematik problemine farklı bakış açılarından bakıp farklı yöntemler kullanarak çözüme ulaşmayı büyüleyici bulan; çoğunlukla, matematikle uğraşmanın (matematik yapmanın) hiçbir iz olmadan, görünürde hiçbir son olmadan uzun bir yürüyüş olduğunu anlatıyordu 13 Ağustos 2014’te The Guardian’da yayımlanan söyleşisinde. Çok önemli bir kapıyı aralamıştı. Matematiğin, güzelliğini sadece daha sabırlı takipçilerine gösterdiğini söylüyordu sonsöz olarak aynı röportajda. Mirzakhani ve kadim yol arkadaşı matematik alanından yeni, güzel haberler almayı beklerken İranlı matematikçinin vefat haberi geldi bu yaz (15 Temmuz 2017). Meryem Mirzakhani’nin çalışmaları, aldığı bu ödül, hele ki bu kıymetli ödülü alan ilk kadın olması sebebiyle de çok değerli idi. Mirzakhani çok zor bir yolu, kendi adımlarıyla, hiç sendelemeden yürüdü, yürüdü…

 

 

 


 

 

 

*Görseller kitaptan alıntıdır.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.