Savaşları, çıkar çatışmalarını, düşmanlıkları temize çekerek, dünyanın yaşanılır bir yer haline gelmesinde birebir rolü olan kadınlar; söz konusu rollerini daha da etkili kılmış durumdalar. İnsanlığın büyük kayıplar vermesinin ardından daha da belirginleşen kadın yaklaşımını, daha doğrusu kadının yaklaşmasını insanlık için umut vaat eden, dünya için sevindirici bir durum olarak görmek gerekiyor. Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar 2010, özünde insan yitiminden başka bir şey olmayan, savaşların ve onu belirleyen siyasetlerin, kapitalizmin dünyayı bugünkü hale getiren özlerine dokunuyor. Kadını ötekileştiren, yok sayan, yıkıcı süreçler ve sonuçlarla şekillenmiş düşünce formatlarını açığa çıkararak, söz konusu yıkımın süreçlerini başlatanların güçlerini nereden aldıklarıyla ilgili önemli bir izleği takip ediyor kitap.
Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar 2010, hakemli bir dergi. Dolayısıyla da, her bir konu başlığı, süzülerek rafineleştirilmiş yazılardan oluşuyor. Kitaptaki, yazılar, bugünün sorunsallaşmış alanlarına yeni bir perspektif getirirken, toplumsal cinsiyet politikalarıyla ilgili önemli saptamalar yapıyor. Sadece bu kadar değil; ne yazık ki, savaş ve çıkar çatışmaları gibi toplumsal trajedileri oluşturan süreçlere karşı kadınların güçlerini kullanmadıklarına dikkat çekerken, kadınların da bu güçlerinin farkında olmamaları gerçeğini açığa çıkarıyor. “Tarihe baktığımızda da, kadınların yalnız ve yalnız savunma amaçlı savaşlarda etkin rol aldığını görüyoruz. Talanlar ve eşkiya saldırıları sırasında o halkın kadınları tarafsız ve sessiz kalmışlardır. Ailenin korunmasını, devamını ve sorumluluğunu yüklenen kadın hangi millete veya hangi sınıfa mensup olursa olsun barıştan yanadır. (...) Eski pişmanlıklardan miras kalmış düşmanlıkların tohumlarını çocuğun körpe ruhundan söküp atacak ve onu gelecekteki parıltılı ve sınırsız ruhsal barışa hazırlayacak olan kimdir: Sadece Anne.” (s.58)
Bir toplumsal değişiklik hareketi: New Profile
Asıl güçsüzlük süreci ise, kadınların toplumsal alanın dışında tutulmasıyla başlıyor.
Rolleri çocuk doğurmayla ve anne olmakla sınırlandırılmış kadınlar, kendi yarattıkları dirimselliğin yok edilmesine seyirci kalma durumunda bırakılırken, hayatın gerçek kaynağının (kadınlar) söz söyleyemediği bir mekanizmada ise, tüm yaşam hücreleri yok edilmeye çalışılıyor. Bu yüzden, her bir yazı, kadınları artık, bizzat nedeni oldukları dirimselliğe sahip çıkmaya çağırır nitelikte. Bugün dünyada yaşanan tüm çıkmazların çözümü, kadının ‘basit’ bir el hareketiyle düzelecek gibi olmasa da, bu el’in olmazsa olmaz müdehalesiyle başlayacakmış gibi gözüküyor.
Zaten bu ellerin çoktan devreye girdiğini de, İsrail’li Rela Mazali’nin metninden öğreniyoruz. Söz konusu el ise ‘New Profile’ adlı çatısının altında, Enternasyonalist ağını kurmuş ve bir hayli yol almış durumda. Bir “toplumsal değişiklik hareketi” olan ve 1998’den itibaren de varlığını sürdüren New Profile’ı, her türden militarizasyon için şimdilik bir güvence olarak görmek gerekiyor. Zira söz konusu oluşum, asıl sivil hayatta temelleri atılan militarizasyonu keşfetmiş durumda ve daha reel savaşa ulaşamadan, onun düşünsel formatlarını bozmaya çalışıyor. “Hala, nesneleştirme sürecini gizleme, algılar yaratma ve devam eden savaş koşullarında halkın orduya katılmasını sağlama büyük oranda kültürel yatırım istiyor. İsrail şarkıları, dergileri, reklamları ve görsel-sözlü ‘imge kültürü’, tekrar eden bir kişiliği ön plana çıkarıyor; genç, mutlaka iyi görünümlü, seksi, kısa kesilmiş saçlarına, davranışlarına ve ‘tasma’sına rağmen üniformasının altından tanınabilen, erkeksi asker. Televizyonda ve kitaplarda yaygın olan bu imge aynı zamanda süzme peynir, cep telefonu, hamur mayası gibi birçok ürünün satışında kullanılıyor.
Korkuyu yavaş yavaş unutmak...
Kitle iletişim araçları bilinci, alışkanlıkları ve bedenleri terbiye edip kontrol altına alarak İsrail’deki erkek ve çocukları asker olmaları, asker gibi görünmeleri ya da öyle davranmaları konusunda yönlendiriyor ve hatta ayartıyor... Genel olarak öğrenme ve hepsinden önce acı dolu öğrenmeme, New Profile uygulamalarının feminist yöntemlerinin kalıcı yönlerinden biri. Biz kendi aramızda, kendi meşruiyeti için sistem tarafından yeri her gün daha da sağlamlaştırılan korkuyu yavaş yavaş unutmayı, ‘düşman’ olanı ise seçici bir şekilde işlenmiş farklılıkların bir ürünü olarak yeniden düşünmeyi öğreniyoruz.” (s.80, 87)
Çözüm Sürecine Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Bakmak (Handan Çağlayan), Türkiye’de Demokratik Açılım ve Anadil Tartışmaları Üzerine: Füsun Üstel ile Söyleşi, Toplumsal Barış ve Kürtçe Dil Eğitimi Üzerine: Ronayi Önen ile Söyleşi, Açıl Susam Açıl (Karin Karakaşlı), Pavagan E (Yeter!): Zabel Yesayan’ın Barış Çağrısını Duyabilmek (Melissa Bilal), Etnikleştirilmiş Silahlar ve İsrail’de Feminist Antimilitarizm (Rela Mazali), Türkiye’de Yahudi Olmak: Beki Bahar ili Söyleşi, Türkiye’de Yahudilik ve Sebataycılık: Leyla Neyzi ile Söyleşi, Filistinli Aktivist Bir Kadın Sanatçı: Reem Kelani ile Söyleşi, Türkiye Popüler Müziğinde “Aykırı” Kadınlar (Burcu Yıldız), Yoksul Olma Özgürlüğü ya da Küresel Kapitalizme Dair Feminist Bir Teoriye Neden İhtiyacımız Var? (Anna Tsing), Feminizm, Kapitalizm ve Tarihin Oyunu (Nancy Fraser), Fraser ve Feminizm: Söylem Kimin Söylemi, Tarin Kimin Tarihi? (Özlem Aslan, Zeynep Gambetti), başlıklı yazılardan oluşan Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar 2010, küresel kapitalizmin uğrayıp, gezindiği bütün alanlarda onun peşinden gidiyor. Adeta, tüm yok edici mekanizmaları deşifre ederek, ona savaş açmış durumda.
Özgüllük alanlarını çapraz bağlamak...
“...Arz zinciri kapitalizmi, kapitalizmin bu özelliğini bilhassa görünür kılıyor. Bu nedenle, küresel kapitalizme dair feminist bir teori, özgüllük alanlarını çapraz bağlama teorisidir. Bu özgüllük alanlarında, ırk, sınıf ve toplumsal cinsiyetin kesişen tarihleri canlı karışıklıklar yaratır. Farklılık halının altına süpürülemez ya da ‘ortak olan’ın içine karıştırılamaz; farklılığın, analizimizin hamurunu oluşturması gerekir. Ne yoksulluğun ne de kapitalizmin şeklini, farklılık ve bağlanma teorileri olmadan göremeyiz. Böylesi bir tanıma, kararlı ve duyarlı aktivistler olma kapasitemizin de temelini oluşturur. Eğer küresel kapitalizm çeşitlilik üzerinde gelişip büyüyorsa, bizim müdahale girişimimiz de aynı şekilde gelişmeli. Yalnızca çeşitliliğimize –ve bağlantılarımıza- olan saygımızla başka bir dünya mümkün olabilir.” (s.171)
Teorik yazıların yanısıra, yaşanmış pratikler, deneyimler, siyaset ve kültürün biçimlendirilmesine yönelik yaklaşımlar, öneriler gibi oldukça geniş bir alandan seslenen kitapta, bir Osmanlı Ermeni aydını olarak tarihe geçen Zabel Yesayan’la ilgili yazı dikkat çekiyor. “Ataerkilliğe dair eleştirisini, ekonomik eşitsizlikler ve Ermeni halkının maruz kaldığı şiddet bağlamında dillendiren” Yesayan, “makaleleri, hikayeleri ve romanlarında, kahramanlarını ve olay örgülerini incelikli bir biçimde kurgulamış; toplumsal adaletsizliklerin farklı eksenlerdeki tezahürlerini gerçekçi bir şekilde tahlil” eden biri olarak, Türkiye barış mücadelesi (kayıt dışı) tarihine yönelik, gerilere gidip bakmamızı sağlıyor. Kitaptaki tüm yazılar, dünyayı, insanlığı çıkmaza sürüklemeye devam edecek gibi gözüken temellere odaklanırken, çıkmazın önünde duracak gerçek güçlerin de, kadınlar olduğunun altını kalınca çiziyor.
Yeni yorum gönder