19. yüzyıl İngilteresi'ndeyiz, puslar içinde. Sokak lambalarının pis kaldırımları, o kaldırımlar üstünde gezinen fahişeleri, hırsızları, katilleri, dilencileri, türlü tuhaf niyetlerle paltolarının yakalarını burunlarına kadar çekmiş tebdil-i kıyafet gezinen soyluları, yarım yamalak aydınlattığı bir sahnede akıyor hayat. Karındeşen Jack ve benzerleri sokaklarda fahişeleri katlederken ölü güzel kadınlar hiç olmadığı kadar fetişleşiyor. Neon ışıkların aydınlığının biraz olsun ulaşamadığı bir ara sokağa, sokaktaki izbe bir eve giriyoruz sonra. Önündeki uzun masanın üzerine eğildiğinde kamburu iyice belirginleşen yarı deli-yarı dahi bir bilim adamı bir cesetten yeni bir insan yaratmaya çalışıyor ya da akla hayale gelmeyecek bir icat peşinde... Shelley'nin ürkünç olduğu ölçüde empati uyandıran Frankenstein'ı, Wilde'ın şeytani olduğu ölçüde çekici omniseksüel Dorian Gray'i, H.G.Wells'in bugünün kabuslara giren keşiflerini fütüristik zihinleriyle hayata geçiren tüm kahramanları... Bilimkurgu, steampunk ve gotikten mürekkep bir karnavala hoşgeldiniz!
Penny Dreadful, Ripper Street gibi televizyon dizileriyle, The Order 1886'nın başı çektiği dieselpunk ve cyberpunk'la flört eden sayısız bilgisayar oyunuyla, Viola Carr'ın The Diabolical Miss Hyde'ı, Gail Carriger'ın ucuzroman-romance karışımı çoksatanlarıyla Viktorya Dönemi modası ve buhar çılgınlığı* hiç bu kadar ayyuka çıkmamıştı. Saydığımız romanlar henüz Türkçeye çevrilmemiş olsa da dünyada fırtınalar estiriyor ve Türkiye'de de buhar çılgınlığına kendini kaptırmış hatırı sayılır bir kitle mevcut. Bu kitleye bir nevi Osmanlı steampunk'ı olarak görebileceğimiz İhsan Oktay Anar romanlarının takipçilerini de eklesek yeridir.
Philip K. Dick ödülünü 1986'da kazanmış olsa da Türkçeye yeni çevrilen Homonculus, romana adını veren karakterin varlığıyla dahi buhar çılgınlığına katkıda bulunan bir eser. Goethe'nin Faust'unda duyguları olmayan küçük bir makine adam olarak karşımıza çıkan, Reşat Nuri Güntekin'in Bir Kadın Düşmanı adlı romanı ile bir dönem bütün çirkin adamların lakabı haline gelen "Homonculus" James P. Blaylock'un romanının kilitli bir kutudaki kilit noktası. Londra semalarında gezinen zeplin görünümlü bir uzay gemisi; kutusundan çıktığı takdirde, Pandora'nın Kutusu misali, etrafa muazzam bir kötülük yayacak olan minyatür bir insan görünümündeki uzaylı Homonculus; ve onun yaratacağı sonuçları bilerek Trismegistus Kulübü etrafında bir araya gelen bilimadamı St Ives ile arkadaşları; kendisini son mesih ilan eden, Homonculus'un oğlu evangelist Shiloh; Shiloh'nun ölü annesini diriltmeye çalışan kötü bilim adamı Narbondo ve sponsoru zengin Drake; kambur bir çırak; kötülerle iyiler arasında kalan bir arzu nesnesi Dorothy; etrafta cirit atmaya başlayan zombiler... Blaylock'un romanı dahil olduğu türü, steampunkı, iyiden iyiye fetişleştiren, tıpkı Tarantino filmleri gibi sevilen bir türün tüm kitsch ögelerini yücelten, belki de türün hayranları için yazılmış kapalı devre bir "türe övgü" eseri. Gerçekten de söz konusu edebi türün gerek yazın teknikleri, gerekse temaları ve karakterleriyle geleneklerine aşina değilseniz koskocoman bir cümbüş bulutu haline gelen bu romanın neresinden tutacağınızı bilemeyebilirsiniz. Bu yazıda da adı geçen birkaç başlangıç kitabını okumak bu cümbüşün tadına varmak isteyenlerin yolunu aydınlatacaktır. Çünkü bu 19. yüzyıl cümbüşü, sadece eğlence vaat etmez, Ömer Madra'nın söylediği gibi her yüzyılın sonunda insanlığın nasıl delirdiğini, bugünün sebeb-i cinnetinin hazırlayıcılarını gözler önüne serer. Atom bombasının, nükleer silahların, ilaç endüstrisinin yarattığı yeni hastalıkların, bilgisayarın ve sosyal medyanın, kadın cinayetlerinin, yapay zekaların, şaşırtıcı organ nakillerinin, bir arada yaşamanın güvenli olmaktan çıkıp korku saldığı bir ortamın, sonsuz güzellik ve gençlik takıntısının, iktidar ve mülkiyet hırsınının, insanlığın evrilmeye devam ettiğine dair gurur verici inancın, dini sömürünün, teknoloji ve ekoloji arasında kalmanın ve nice güncel temanın başlıca sorun edilmesi söz konusudur.
Buharlı bir labirent
Bazı romanlar vardır ki romandaki karakterlerin ve yan öykülerin çeşitliliği içinde boğulma tehlikesi yaşar, olay örgüsünü takip edemez hale gelirsiniz. Bu ilk bakışta bir handikap gibi görülebilir ancak madalyona tersinden bakarsak bu bolluk, bir okumada hazmedilemeyecek, zaman geçtikçe anlamlandırılacak bir malzemeye de işaret edebilir. Elbette yetenekli bir yazarın elinden çıkmış ve iyi işlenmiş bir romanla karşı karşıyaysak olur bu. Homonculus'un cümbüşü buhar olup havaya karışmayan bir cümbüş; hayalgücünün sınırlarının zorlandığı bir cinnet tablosunun yavaş yavaş tadına varılacak, belki de ikincil okumalarla zenginleşebileceği bir yazıya aktarım. En güzel özelliklerinden biri de, olay örgüsü ve karakterler kolay kolay unutulacak cinsten değiller, atmosferinin başarısı nedeniyle kurgusal dünyadan okuyucuya bir tortu kalıyor. Yazarın The Digging Leviathan ve Lord Kelvin's Machine adlı romanlarının ikinci halkası olan Homonculus içine girdiğinizde kaybolmaktan korkmayacağınız stil sahibi, buharlı bir labirent. Yazarın diğer romanlarının da bir an önce Türkçeye kazandırılmaları dileğiyle.
* Buhar çılgınlığını, buharın her türlü teknolojik icatta kullanıldığı 19. yüzyılda ve Viktorya Dönemi İngiltere'sinde, özellikle H. G. Wells ve Jules Verne romanlarında karşımıza çıkan, bir kısmı bugünün teknolojilerini öngören fütüristik icatlar içeren bir bilim kurgu alttürü olarak tanımlayabiliriz.
Yazarın bir diğer kitabı Digging Leviathan da "Arzın Merkezine Bir başka Seyahat Leviathan" adıyla aynı yayınevinden yayımlandı.
Yeni yorum gönder